SEZÂİ_Bahaeddin KARAKOÇ:

 

Kar Şiiri

Karın yağdığını görünce
Kar tutan toprağı anlayacaksın
Toprakta bir karış karı görünce
Kar içinde yanan karı anlayacaksın

Allah kar gibi gökten yağınca
Karlar sıcak sıcak saçlarına değince
Başını önüne eğince
Benim bu şiirimi anlayacaksın

Bu adam o adam gelip gider
Senin ellerinde rüyam gelip gider
Her affın içinde bir intikam gelip gider
Bu şiirimi anlayınca beni anlayacaksın

Ben bu şiiri yazdım aşkın çeşidi
Öyle kar yağdı ki elim üşüdü
Ruhum seni düşününce ışıdı
Her şeyi beni anlayınca anlayacaksın
 
 
 
 
 

Sezai Karakoç

 

 

 

Monna Rosa

Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.
Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak.
Kanadı kırık kuş merhamet ister.
Ah senin yüzünden kana batacak.
Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.

Ulur aya karşı kirli çakallar,
Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa.
Mona Rosa bugün bende bir hal var.
Yağmur iğri iğri düşer toprağa,
Ulur aya karşı kirli çakallar.

Açma pencereni perdeleri çek,
Mona Rosa seni görmemeliyim.
Bir bakışın ölmem için yetecek.
Anla Mona Rosa ben öteliyim.
Açma pencereni perdeleri çek.

Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi,
Bende çıkar güneş aydınlığına.
Bir nişan yüzüğü bir kapı sesi.
Seni hatırlatır her zaman bana.
Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi.

Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur.
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar,
Işıksız ruhumu sallar da durur.
Zambaklar en ıssız yerlerde açar.

Ellerin, ellerin ve parmakların
Bir nar çiçeğini eziyor gibi.
Ellerinden belli olur bir kadın,
Denizin dibinde geziyor gibi.
Ellerin, ellerin ve parmakların.

Zaman ne de çabuk geçiyor Mona.
Saat onikidir söndü lambalar
Uyu da turnalar girsin rüyana,
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar.
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona.

Akşamları gelir incir kuşları,
Konarlar bahçemin incirlerine.
Kiminin rengi ak kiminin sarı.
Ah beni vursalar bir kuş yerine.
Akşamları gelir incir kuşları.

Ki ben Mona Rosa bulurum seni
İncir kuşlarının bakışlarında.
Hayatla doldurur bu boş yelkeni.
O masum bakışların su kenarında.
Ki ben Mona Rosa bulurum seni.

Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa.
Henüz dinlemedin benden türküler.
Benim aşkım uymaz öyle her saza.
En güzel şarkıyı bir kurşun söyler.
Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa.

Artık inan bana muhacir kızı,
Dinle ve kabul et itirafımı.
Bir soğuk, bir mavi, bir garip sızı
Alev alev sardı her tarafımı.
Artık inan bana muhacir kızı.

Yağmurlardan sonra büyürmüş başak,
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış.
Bir gün gözlerimin ta içine bak
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış.
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak.

Altın bilezikler o kokulu ten
Cevap versin bu kuş tüyüne.
Bir tüy ki can verir gülümsesen,
Bir tüy ki kapalı geceye güne.
Altın bilezikler o kokulu ten.

Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.
Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak.
Kanadı kırık kuş merhamet ister,
Ah senin yüzünden kana batacak.
Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.
 

Sezai Karakoç


 

 

 

Pişmanlık Ve Çileler

Rüzgar eser, yağmur yağar, tilkiler üşür
Bir odun parcası aydınlatır ocağı
Annesi ateşin önünde perişan
Annesi ateşin içinde hür
Rüzgar eser, yağmur yağar, tilkiler üşür

Yağmurlar sırtıyla sırtım arasındadır
Şarkılar dudaklarıyla dudaklarımın
Kalbimi bin parçaya böldü divane sır
Sesi geliyor sesi, günahkar çocuklarım
Şarkılar dudaklarıyla dudaklarımın arasındadır

Benım boyum ufak onun da ufaktı
Kıvırcık saçlarından öpmediğim için onu
Onun bu ocakta yanan toprağı
Her gece rüyamda avuçlarımı yaktı
Benim boyum ufak onun da ufaktı
Benim gözlerim yeşildir onun kara
Ben günah kadar beyazım, o tevbe kadar kara

Annesinin başi elleri arasında
Parmağında aydınlık günlerden kalma yüzük
Bir fotoğraf asılıdır duvarda
Aynaya, geceye, maziye dönük
Annesinin başı elleri arasında

Bir tüfeğin burnu havadadır
Ateş almak üzeredir mermisiz
Ben bir küçük kızım, ben bir deli kızım
Siz beni ne anlarsınız... siz...
Bir tüfek ateş almak üzeredir mermisiz

Bir saman çöpüne tutunmuş kızların
Eteğini ben çektim
Neyleyim göğsümü Karacadağ'ın sert rüzgarı doldurmuş
Annemden ben ilk sütü Geyve'de içtim
Ankara'ya Çataldağ'a bir zindandan gül vurmuş
Az kalsın ben ölecektim
Bir saman çöpüne tutunmus kızların

Kediler halıları parçalıyor
Kırmızı bir ışık düşüyor yere
Annemin dizinde derman yok
Hükmedemiyor insan ruhuna ateş
Rüzgar hükmedemiyor incecik perdelere
Kediler halıları parçalıyor
Ateşte sarı gül açan saksılar
Kızarmış bir ekmek gibi duruyor

Kulağıma garip sesler geliyor
Kuş yumurtasından çıkan insanlar
Ahırda bir ata eyer oluyor
Kulağıma garip sesler geliyor

Ben bir şarkı bir türküyüm
Ben Meryem'in yanağındaki tüyüm
Beni bir azizin nefesi uçurur
Kalbimde Allah'ın elleri durur
Cici ayaklarım ilikli bağlı
Ben onun sılası kendimin gurbetindeyim

Ben azizin hasreti
Ben Meryem'in yanağındakı tüyüm
Benim gözlerim yeşildir, onun gözleri kara
Ben günah kadar beyazım, o tevbe kadar kara

Ocak sönüyor ateş kül oluyor
Annesınin saçları beyaz
Annesi saçlarını yoluyor
Ateşin içinde gül açılmış
Servi büyür, ardıç büyür, çocuk büyür
Annesi ruhunda ruhuma eğilir

Sineklerin kanadını ısıtan
Bir güneş toprağı yarıp çıkacak
Kadınlar sansa da yaşadığını
Sarkısız kaldıkça yaşayamayacak
Kadınları sarkılır, akrepler aydınlatır
Kadınları sarkılır, zahirlar aydınlatır

Artık ben gideceğim ata eyer vuruyorlar
Hatıralarımı birer birer yakacağım
Entarimi parça parça edip
Zehirli kirpilere bırakacağım
Beyaz bir kayanın üstüne çıkıp
Göğsüme siyah bir gül takacağım
Batan güneşe doğru kurşunlar sıkıp
Kendimi boşluğa bırakacağım

Ayaklarımın altından geçıyor bir deniz
Ben bir küçük kızım, ben bir deli kızım
Siz beni ne anlarsınız... siz...
Artık ben gideceğim atım kişniyor
Bir bebek mum istiyor, bir ölü şarkı istiyor

Ayaklarımın altından geçiyor bir deniz bir deniz
Beni onun gözleri çağırıyor duramam, duramam
Benim gözlerim yeşildir ah... onun gözleri kara
Ben günah kadar beyazım, o tevbe kadar kara
 

Sezai Karakoç

 

Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine

II

Gelin gülle başlayalım atalara uyarak
Baharı koklayarak girelim kelimeler ülkesine
Bir anda yükselen bir bülbül sesi
-Erken erken karlar ortasında
Güneş dönmüş ışık saçan bir yumurta-
Bana geri getirir eski günleri
...Paslanmış demir bir kapı açılır
Küf tutmuş kilitler gıcırdarken
Ta karanlıklar içinde birden
Bir türkü gibi yükselirsin sen
Fısıldarım sana yıllarca içimde biriken
Söyleyemediğim ateşten kelimeleri
Şuuraltım patlamış bir bomba gibi
Saçar ortalığa zamanın
Ağaran saçın toz toprağını
Bana ne Paris'ten
Newyork'tan Londra'dan
Moskova'dan Pekin'den
Senin yanında
Bütün türedi uygarlıklar umurumda mı
Sen bir uygarlık oldun bir ömür boyu
Geceme gündüzüme
Gözlerin
Lale Devrinden bir pencere
Ellerin
Baki'den Nefi'den Şeyh Galib'den
Kucağıma dökülen
Altın leylak

III

Ölüler gelmiş çitlembikler sarmaşıklarla
Tırmanmışlar surlarıma burçlarıma
Kimi ırmaklardan yansıma
Kimi kayalardan kırpılma
Kimi öteki dünyadan bir çarpılma
İçi ölümle dolu
Dönen bir huni
Doğarken güneş
Kesilmiş ölü yüzlerden
Bir mozayik minyatürlerden
Dokunur tenimize
Soğuk bir azrail ürpertisiyle ay
Ve birden senin sesin gelir dört yandan
Menekşe kokulu sütunlardan
Komşu dağlardaki nergislerden leylaklardan
Gözlerine ait belgeler sunulur
Ey aşkın kutlu kitabı
Uçarı hayallere yataklık eden
Peri bacalarının yasağı
Gönlümün celladı acı mezmur
Bana bıraktığın yazıt bu mudur
Ölüm geldi bana düğün armağanın gibi
Senden bir gök
Senden yıldızlar ördüler
Ateş böcekleri
O gece dört yanıma
Ey bitmeyen kalbimin samanyolu destanı
Sen bir anne gibi tuttun ufukları
Ve çocuklar gülle anne arasında
Seninle güller arasında
Tuhaf bir ışık bulup eridiler
Çocuklar dağ hücrelerinde erdiler
Aramızdaki sırra
Bir de ay ışığında büyüyen fısıltılar
Gençlik monologları
Seni alıp kaybolmuş zamanın çağıltısından
Bana getiren
Yasamız vardı
Öfkeyle yazardın sen bir yüzüne
Ölür ölür okurdum öbür yüzünde ben

IV

Senin kalbinden sürgün oldum ilkin
Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği
Bütün törenlerin şölenlerin ayinlerin yortuların dışında
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Uzatma dünya sürgünümü benim
Güneşi bahardan koparıp
Aşkın bu en onulmazından koparıp
Bir tuz bulutu gibi
Savuran yüreğime
Ah uzatma dünya sürgünümü benim
Nice yorulduğum ayakkabılarımdan değil
Ayaklarımdan belli
Lambalar eğri
Aynalar akrep meleği
Zaman çarpılmış atın son hayali
Ev miras değil mirasın hayaleti
Ey gönlümün doğurduğu
Büyüttüğü emzirdiği
Kuş tüyünden
Ve kuş sütünden
Geceler ve gündüzlerde
İnsanlığa anıt gibi yükselttiği
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim

Bütün şiirlerde söylediğim sensin
Suna dedimse sen Leyla dedimse sensin
Seni saklamak için görüntülerinden faydalandım Salome'nin Belkıs'ın
Boşunaydı saklamaya çalışmam öylesine aşikarsın bellisin
Kuşlar uçar senin gönlünü taklit için
Ellerinden devşirir bahar çiçeklerini
Deniz gözlerinden alır sonsuzluğun
ini
Ey gönüllerin en yumuşağı en derini
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim

Yıllar geçti saban olumsuz iz bıraktı toprakta
Yıldızlara uzanıp hep seni sordum gece yarılarında
Çatı katlarında bodrum katlarında
Gölgendi gecemi aydınlatan eşsiz lamba
Hep Kanlıca'da Emirgan'da
Kandilli'nin kurşuni şafaklarında
Seninle söyleşip durdum bir ömrün baharında yazında
Şimdi onun birdenbire gelen sonbaharında
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Ey çağdaş Kudüs (Meryem)
Ey sırrını gönlünde taşıyan Mısır (Züleyha)
Ey ipeklere yumuşaklık bağışlayan merhametin kalbi
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim

Dağların yıkılışını gördüm bir Venüs bardağında
Köle gibi satıldım pazarlar pazarında
Güneşin sarardığını gördüm Konstantin duvarında
Senin hayallerinle yandım düşlerin civarında
Gölgendi yansıyıp duran bengisu pınarında
Ölüm düşüncesinin beni sardığı şu anda
Verilmemiş hesapların korkusuyla
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim

Ülkendeki kuşlardan ne
haber vardır
Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır
Aşk celladından ne çıkar madem ki yar vardır
Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır
Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır
O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır
Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır
Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır
Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır
Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır
Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır
Senden ümit kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
 

Sezai Karakoç

 

Sen Yoksun

Girerim-çıkarım, gözüm yoldadır,
Gezenler ortada ama sen yoksun.
Tohum ekenekte, meyve daldadır,
Düzenler ortada ama sen yoksun…

Yanıktır, yüreği kokar evimin,
Yorgundur, sıvası akar evimin,
Kapısı dağlara bakar evimin,
Hâzânlar ortada ama sen yoksun…

Umut kovalayıp hayâl kurmaktan,
Dalga dalga kıyılara vurmaktan,
Yorgun düştüm yokluğunu sarmaktan,
Kızanlar ortada ama sen yoksun…

Muhatap yok, bölüşemem kozumu,
Annem bile beğenmiyor pozumu,
Takvim silkeliyor ince tozumu,
Tozanlar ortada ama sen yoksun…

Urbam buruş buruş, kunduram çamur,
Ölüdür kürkünü soyduran samur,
Kaç kez çiçek açtı koca ıhlamur,
Sezenler ortada ama sen yoksun…

Vakit düz ikindi bacalar tüter,
Gece olur ishak kuşları öter,
Ne acı azalır, ne hasret biter,
Yazanlar ortada ama sen yoksun…

Bir türlü kırılmaz bu sen zinciri,
Kim takar bu bilek kesen zinciri?
Hayatım bir garip desen zinciri
Çizenler ortada ama sen yoksun…

Rüzgâr kapı kapı gezer evleri,
Şehri basar Kaf Dağı'nın devleri,
Aşmak çok zor aşk yolunda şevleri,
Çözenler ortada ama sen yoksun…
                    Bahattin KARAKOÇ
 
 

 

 

 

Sebep

Dilime sen verdin gül ezgisini,
Bir gönül üzdümse sebebi sensin! ...
Seninle aşmışım dur çizgisini,
Töreyi bozdumsa sebebi sensin! ...

Ufuk ufuk uçtum daldım derine,
Sen öğrettin çoban kimdir, sürü ne?
Daha yaklaşmadan konak yerine,
Göçümü çözdümse sebebi sensin! ...

Bir renk cümbüşüyle sular ışıdı,
Düş bahçeme kuşlar bahar taşıdı,
Kurbanlık koç güldü, bıçak üşüdü,
Hep esrik gezdimse sebebi sensin! ...

Kimi deli diye güler arkamdan,
Kimi suçlu diye tutar yakamdan,
Eller değil,aklım korkar şakamdan,
Kendime kızdımsa sebebi sensin! ...

Düşmanımın yarasını sardımsa,
Muhabbeti sofra sofra serdimse,
Her güzele hemen gönül verdimse,
Petekler süzdümse sebebi sensin! ...

Dostun sitemleri deler bağrımı,
Sağır gökler yutar yanık çağrımı,
Uzun yıllar gizledimse ağrımı,
Ve şimdi yazdımsa sebebi sensin! ...

Beklerim özüme mihman olasın,
Her selâmın canevimi sulasın.
Bende sabır tükeniyor bilesin,
İçmeden sızdımsa sebebi sensin! ...
 
 
 
 
 
 

Bahattin Karakoç

 

 

 

Ihlamurlar Çiçek Açtığı Zaman

Dilimde sabah keyfiyle yeni bir umut türküsü
Kar yağmış dağlara, bozulmamış ütüsü
Rahvan atlar gibi ırgalanan gökyüzü
Gözlerimi kamaştırsa da geleceğim sana
Şimdilik bağlayıcı bir takvim sorma bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Ay, şafağa yakın bir mum gibi erimeden
Dağlar çivilendikleri yerde çürümeden
Bebekler hayta hayta yürümeden
Geleceğim diyorum, geleceğim sana
Ne olur kesin bir takvim sorma bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Beklesen de olur, beklemesen de
Ben bir gök kuruşum sırmalı kesende
Gecesi uzun süren karlar-buzlar ülkesinde
Hangi ses yürekten çağırır beni sana
Geleceğim diyorum, takvim sorma bana
-Ihlamur çiçek açtığı zaman.

Bu şiir böyle doğarken dost elin elimdeydi
Sen bir zümrüd-ü ankaydın, elim tüylerine deydi
Sevda duvarını aştım, sendeki bu tılsım neydi?
Başka bir gezegende de olsan
dönüşüm hep sana
Kesin bir gün belirtemem, n`olur takvim sorma bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Eski dikişler sökülür de kanama başlarsa yeniden
Yaralarıma en acı tütünleri basacağım ben
Yeter ki bir çağır beni çiçeklendiğin yerden
Gemileri yaksalar da geleceğim sana
On iki ayın birisinde, kesin takvim sorma bana
-Ihlamur çiçek açtığı zaman.

Bak işte, notalar karıştı, ezgiler muhalif
Hava kurşun gibi ağır, yağmursa arsız
Ey benim alfabemdeki kadîm Elif
Ne güzellik, ne de
tat var baharsız
Güzellikleri yaşamak için geleceğim sana
Geleceğim diyorum, biraz mühlet tanı bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Ihlamurlar çiçek açtığı zaman
Ben güneş gibi gireceğim her dar kapıdan
Kimseye uğramam ben sana uğramadan
Kavlime sâdıkım, sâdıkım sana
Takvim sorup hudut çizdirme bana
Ben sana çiçeklerle geleceğim
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Bahaeddin KARAKOÇ
(Uzaklara Türkü)
 

Bahattin Karakoç

 

 

Ihlamurlar Çiçek Açtığı Zaman II

Bilirsin ki burda değilim artık
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman! ...
Gelir benim yüreğimde toplanır,
Dağların üstünden sıyrılan duman.
Bir yanım mosmordur, bir yanım beyaz,
Bir yanım karakış, bir yanım ilk yaz.
Can evime bakışların saplanır;
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman! ...

Ihlamurlar çiçek açtığı zaman;
Ne sen gurbetçisin, ne ben sılacı.
Senden gayrısına bakmam mümkün mü;
Gözlerimi esir alan dağlardan.
Kapımı üç defa çalan postacı
“Adresinde yok! ” Diye notlar düşer,
Eski adresimde bir hüzün eser;
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman! ...

Eski adresimse kurumuş bir gül,
Gizemli bir ıtır, domur domur kan,
Yaba yaba yelde savrulur gönül,
Firkatli turnalar geçer uzaktan.
Dalgınlığım debimetre tanımaz,
Başım çarpar bir gemi bordasına
Düşerim bir girdabın ortasına
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman! ...

Birden bezeklenir sevda haritam,
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman...
Lâleler toplarım ben tutam tutam,
Bizim için çalar kıvrak bir keman.
Gök papatya, yer ise lâle bahçesi,
Aşka ışık dokur kuşların sesi.
Seninle hep aynı yerde oluruz;
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman! ...

Kumaşı eprimiş üç mevsim geçer,
İlkyazla uyanır derin uyuyan.
Tan sesine cıvıldaşır serçeler,
Sevdadır anlıma namlu dayayan.
Havuzuma ay ışığı dökülür.
Bilirsin ki burda değilim artık,
Ruhum yağmur yağmur göğe çekilir;
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman! ...

Gülde çiy damlası... Buzum sırçayım;
Güneşe çarpınca param parçayım.
Bir gün Emirgân’dayım, bir Kanlıca’da,
Üsküdar’da, Beykoz’da, Çamlıca’da.
Şehir bir hançerken kan burgacında.
Mekâna sığar mı bu deli yürek?
Bir sevda çeşmesi, bu deli yürek.
Baylanır, beklerken baygın düşerim;
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman! ...

Bahaettin KARAKOÇ (Ihlamurlar Çiçek Açtığı Zaman/Ayışığında Serenatlar-Sıla Kitapları)
 
 
 
 
 

Bahattin Karakoç

 

 

 

Ihlamurlar Çiçek Açtığı Zaman III

Saçlarına pütür pütür yapışmış,
Gözlerinin rengi ile sıvanmış
Bir avuç kuru çiçek topladım.
Kırılıp dökülmesinler diye
Sevgiyle, özenle tek tek topladım.
Yürek fideledim zamana ve mekâna,
Hasat vakti geldi yürek topladım.
Belli ki bu yıl da vuslat gecikecek
Aşıdır, serumdur, besindir her umut,
Ey sevgili umudunu diri tut! ...
Bedenim hür değil, mühlet ver bana,
Er veya geç çıkıp geleceğim sana;
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman! ...

Mevsimi geçiyormuş, geçsin varsın,
Hep böyle dönüyor zaman tekeri.
Biri gider, biri gelir mevsimlerin,
Sonsuzluğu, diri aşklarla kucaklarsın.
Acılardan damıtırsın şekeri,
Sabrı da güzel olur çeyizi hazır kızların.
En ışıltılı çağında yıldızların
Kaç bıldır öteden göz kırpar bana,
Her umut bir yoldaş, her dert âşina.
Sorma ıhlamurlar ne zaman çiçek açar? ...
Beni güneşin ortasına atsalar da
Yanarım, pişerim, gelirim sana;
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman! ...

BAHAETTİN KARAKOÇ (Ihlamurlar Çiçek Açtığı Zaman/Ay Işığında Serenatlar - Sıla Kitapları)
 
 
 
 
 
 

Bahattin Karakoç

 

 

İnsanlık Türküsü

- Yurt bahçemizde en güzel çiçekleri yetiştiren, gerçek bahçıvan Saygıdeğer Öğretmenlerimize selâm ve sevgi ile...

Işığım gül aydınlığı, ya da çiğdem,
Ben toprağı yeni yaran bir kardelenim.
Diyelim bir yerde zaman aksadı,
Araya sen girersin öğretmenim…

Nereye bak dersen, oraya bakarım ben,
Işık sularında akçakavak misâli uzayıp giden benim.
Diyelim bir yerde hızım kesildi,
Yetişir elimden sen tutarsın öğretmenim…

“Tahtaya kalk! ” dersin, hemen kalkarım;
“Anlat! ” dersin, ben anlatır giderim.
Nerede yanılsam yağmurun keser yolumu,
Yanlışımı hep sen düzeltirsin öğretmenim…

Düşüp bir kuşun, bir kelebeğin peşine,
Uzaklara, çook uzaklara gittiğim olur benim.
Ne zaman başımı sert bir yere çarpsam,
İlk üzülen sen olursun öğretmenim…

Gökyüzü karatahta, yıldızlar harf ve rakam;
Parmaklarını tebeşir yapıp yazan benim.
Elimin yetişemediği yerlere,
Beni sen yükseltirsin öğretmenim…

Alfabeye başladığım günden beri,
Durmadan ağaç, kuş, çiçek resimleri çizerim.
Hangi işi başarsam yüz akıyla ben,
Sevinen sen olursun öğretmenim…

Vatanı, milleti, bayrağı sevmeyi,
Daha çiğdem hâlindeyken senden öğrendim.
Ne zaman bir yerim kesilip kanamışsa,
Yüreğinle sarıverdin öğretmenim…

Barışın, kardeşliğin kutsal güzelliğini
Ve sevginin bir ibadet olduğunu tekrarlamasan da bilirim.
Benim haritamı sen çizdin, sen şekil verdin bana;
Ben, senin eserinim öğretmenim…

Ben, kendi uygarlığımın en geniş tarlasında
Yarınlara gülümseyen, daha bir gök ekinim.
Dost bulutları sağıyorsun üstüme,
Benim yüreğim kabarıyor öğretmenim.

Gün ışır, ben ışırım doruk doruk;
Sarmaşıklar gibi çoğalıp giden benim.
Senin sesin ufuklarda yankılanır durur,
Ben, senin eserinim öğretmenim…

Bahaeddin KARAKOÇ (Bir Çift Beyaz
Kartal )
 
 
 

 

Bahattin Karakoç

 

 

 

Kamusal Alan’lar Yasaktır Beyaz Güvercinlere

Kuyruksallayan
Tâ kabataş devrinden kalma
Ordusu olmayan bir başkomutan
Tebaası olmayan bir kral
Olmayan tabanına kertenkele gibi yapışan
Tavana bakamayan bir kriz buluntusu
Haberli değildir yaşadığı çağdan
Tek sığınağı kalmış: kamusal alan
Yasaklamış beyaz güvercinlere
Kasıp kavururken ülkeyi talan
Ekrem’in cini soruyor Erdem’in cinine:
-Sahi nedir bu kamusal alan?
Erdem’in cini cevaplıyor:
-Tusinami değilse eğer
Kuyruklu yıldız hiç değildir;
Olsa olsa kuyruklu bir yalan! ..
 
 
 
 
 
 

Bahattin Karakoç

 

 

Kepez

Ansızın bir karasu iner
Deniz fenerinin gözlerine
Fener kör olur.
Ve ağır ağır uyanmaya başlar
Deniz dibinin devleri
Koç sürüsü dalgalar toslaşır gerine gerine
Ötede yıkkın bir balıkçı köyünün çiçeksiz evleri
Evler ki denizlerde olup bitenleri bilmez
Bense bu kaderi iyi bilirim
Benim adım Kepez…

Yıldızlar olmadı mı, dolunay olmadı mı
Gökyüzü de kördür.
Yüreğindeki kara bulutlar
Durmadan yıldırımlar kusar
Yorgun bir gemi oturur kayalara
Karışır birbirine dua ve küfür
Korkuysa şapkasını her zaman
Kapkara bir dala asar
Bir yosun tarlasında dinlenirken
Gördüm ölümü kaç kez
Selâm verip geçti gülümseyerek
Ben korkusuz Kepez…

Kaç sünger ve inci avcısının
Kanına girdi bu denizler
Kaç taze gelin ihtiyarladı
Bu ufuklara baka baka
Her sabah
Neşeli bir ıslık aydınlığına
Evden çıkıp gidenler
Ya döndüler ya da hiç dönmediler
Yaralı akşamlara
Yalnız kalmayınca aç kalmayınca
Oğlak, kuzu melemez
Ben ne dramlar yaşamışımdır bu kıyıda
Ben Kepez…

Mutlu insanlar da gördüm
Gelip kollarımın arasında sevişen
Ama uzun sürmedi
Şıngır mıngır kristal ömürleri
Ne çığlıklar işittim rüzgârlardan
Mevsim mevsim değişen
Hele de yitik ekmekler gibi ayrılık türküleri
Tedirgin martıların
Kanatları vururken gez
Ben dilsiz bir görgü tanığıyım
Benim adım Kepez…

Gün kısalır,
Bir gece de değişir renk renk haritam
Gün uzar,
Sızlayan süslü bir göğüstür Tarih-i Kadim
Sırdır, ayıptır
Gördüklerimin hepsini anlatamam
Gemiler gelip geçerken
Kaç dilden hüzünlü şarkılar dinledim
Gül yanaklı, lâle dudaklı
Ne güzeller gördüm gitti gelmez
Ben hep aynı yerde beklerim
Benim adım Kepez…

Bazen denize küser de
Gökteki yıldızlarla konuşurum
Bazen gidemediğim yerleri okşamak isterim
Bulamam ellerimi
Ay doğarken başlar
En uzun süren sarhoşluğum
Asırlar kemirse de
Koparamazlar zincirlerimi
Kimse kirli ayaklarıyla
Üzerimi tepeleyemez
Ben beş vakit
Sabrın gül suyuyla yıkanırım
Benim adım Kepez…
 
 
 
 
 

Bahattin Karakoç

 

 

 

Beyaz Dilekçe'den...

Rahman Ve Rahim Olan Adına Sığınarak,
Açtım İki Elimi, Kor Gibi İki Yaprak.

Bir Edep Ölçeğinde Umutlu Ve Utangaç,
İşte
Dünya Önünde, Benim Ruhum Sana Aç.

Bu Seyriyen Ellerle, Senden Seni İsterim,
Senden Seni İsterken, Canımdan Çıkar Tenim.

Sana Âşık Ruhumdur, Merceği Yakan Işık
Gözlerim, Cemalini Görmeden De Kamaşık

Bir Mirasyediyim Ben, İflasın Eşiğinde,
Hep Sabırla Çürüyor, İhlas Bileşiğinde.

Kimin Kimlik Ararken, Hem Güler Hem Ağlarım
Yükseklerden Dökülen, Sular Gibi Çağlarım.

Çok Tuzlu Bir Denizim, Her Anım Med ve cezir,
Sana Âşık Olalı, Yüreğim Kutla Esrir.

Döşeğim Kara Toprak, Yorganım Kara Bulut,
Ben Seninle Doluyken, Vurgun Yapamaz Umut.

Her İnsan Günah İşler, Sen’den Saklanır Mı Sır?
Tövbe Dilekçesiyle Sırttan Kalkar Bu Nasır.

Kainatı Yarattın, Donattın, Rızk Verdin,
Kimine Sonsuz Körlük, Kimine Işık Verdin.

”Yanlış Adım Atmayın! ”, Diye İndi Her Kitap,
Sana Açılan Eli, Geri Çevirmezsin Rab.

Ulu Birsin, Sineden Peygamberler Gönderdin,
Gök Yüzüne Yıldızlar, Yere Çiçekler Serdin.

Senden Önce Bir Sen Yok, Kâinatta İlk Sen’sin!
Bu Kâinat Bir Meta, Hepsine Malik Sen’sin!

Rabb’im Seni Tanıyan, Bilir Doluyu – Boşu.
Kapına Geldi İşte, Yorgun Bir Aşk Sarhoşu.

Garibim, muzdaribim Ama Umutsuz Değil,
Seninle Dost Olanlar, Cihanda Mutsuz Değil,

Kulunun Kurbanıyım, Rabb’im Senin Mülkünde,
Garip Kulun, lütfeyle Gülümse Dilekçeme.

Senin İçin Verince, Verenin Feyzi Artar,
Gönülden Bir Sadaka, Dağca Bir Ömrü Tartar.

Kainatta Ne Varsa, Hepsinin Zikrinde Sen!
Hamd Ve Şükür Sanadır, Her Şey Sen’inle Esen!

Sen Ki Sana Geleni, Çevirmezsin Eli Boş,
Âşık Boşa Dememiş: Lütfûn da Kahrın da Hoş!

Bir Beyaz Dilekçedir, Sana Her Yalvarışım,
İmanımla Amelim, Hem Perdem, Hem Nakışım.

Çalı Bile, Kendine Sığınan Kuşu İtmez,
Sen Gafursun, Azizsin, Senin Keremin Bitmez!

Geldim İşte Kapına, Kul Senden Irak Olmaz
Sana Adanmamışsa, Yürekte Yürek Olmaz!

Her Müslüman Bir
Kartal , Vurulur Da Pesetmez,
Oruçtan Tad Alanlar, Kemik Peşinde Gitmez.

Bezm-İ Elest'te Sana, Secde Eden Ruh İçin;
Verdiğin Söze Sadık, Doğru Giden Ruh İçin:

Hiç Kimseyi Vatansız, Milletini Devletsiz,
Gönülleri Sevdasız, Şehirleri Mabetsiz;

Bayrakları Rüzgârsız, Ocakları Ateşsiz
Bırakma Ulu Rabbim, Asi Kul Değiliz Biz.

Benden Önce Esirge, Muhammet Ümmetini,
Esen Gitsin Her Kervan, En Sona Ula Beni!

Kâinat Bir Mozaik, Her Şeye Sahip Allah!
Ey Gizli Ve Aşikâr, Her Derde Tabip Allah! ...
 

Bahattin Karakoç

 

 

Bu Garip Adam

Dünya gurbetinde bir yalnız adam,
Buzlu suya sokmuş ayaklarını...
Bir yanar, bir üşür böyle her akşam,
Sözcükler zehirler dudaklarını.

Kıvrım kıvrım akan bir sudur hayat,
Bazen sımsıcaktır, bazen çok serin.
Sabaha tazedir, akşama bayat,
Ürperen ruhudur kelimelerin.

İnsan tilki değil; deve, at değil,
Topraktan halkolmuş mustarip insan.
Belki biraz sudur ama ot değil,
Çileyle özdeştir bu garip insan.

Kafese tıkılmış kuştur yüreği,
Sığınacak emin bir çalı arar.
Neylesin kazmayı, beli, küreği
Küskün bir adamın neyine yarar?

Konuşsa ağzından lavlar akacak,
Hep sussa, yakışmaz bu hal diriye,
Ağlasa bulutlar çakmak çakacak;
Nerden geldi, nere gider, ne diye?

Septik bir tebessüm kalbi yaralar,
Güven veren kurt sürüsü var mıdır?
Birileri her defteri karalar,
Ey BİR olan, yollar sürgit dar mıdır?

Yorgunluk ne derin bir nehir böyle,
Yalnızlık ne deli mistik bir duygu…
Efkâr dağıtamaz kavalla, ney'le,
İnsan daha toprak, insan daha su.

Can alıcı ikide bir görünür,
Der ki: -İltimas yok, artık hazırlan;
O gelirken her kılığa bürünür,
Bir gözü kemiktir, bir gözüyse kan.

Yaşamak bir mercek oyunu bize,
Bazen bir sevdadır, bazen bir kadâ.
Gece Ay'dan kızlar iner denize,
Gündüz korsanlarla dolar her ada.

Ey cilası fanî vahşi tantana,
Çökmeyen saltanat var mı evrende?
Sükûtun rengini anlat sen bana,
İnsanım, en derin uçurum bende.

Bu gurbet dünyada bu garip adam;
Yüreğiyle sunar adaklarını...
Hülyâlara dalar böyle her akşam,
Yolar yolar atar parmaklarını…

 

Bahattin Karakoç

 

 

Dosta Çağrı

Uzar gider kötü günün gecesi,
Sabır bir deynekti söğüt oldu, gel!
Duman salmaz viran evin bacası.
Ak ezgiler kara ağıt oldu gel!

Sığınağım sevgilinin eviydi
Sevdiğim renk yeşil, beyaz, maviydi
Yüreciğim demir gibi kaviydi
Önce hamur, sonra kâğıt oldu, gel!

Kırık bir yanım var tutmuyor kenet,
Kader bir imzadır, mühlet bir senet
Anılarda kaldı fasl-ı muhabbet
Her sitemin bana öğüt oldu, gel!

Sindire sindire acıyla doldum
Bahar hazan oldu, ben erken soldum
Aşk dağına çarpıp tarumar oldum
Uğruna kaç civan şehit oldu, gel!

Bazen bir tepeden mendil sallarım
Türkü türkü seğrir gevrek dallarım
Mektup yazar, korka korka yollarım
Nice korkak şimdi yiğit oldu, gel!

İçime kor, karşı dağa kar düştü
Dostlar esef etti, yadlar gülüştü
Askıda nice şey, şeye dönüştü
Kudurgan benlikler tagut oldu, gel!

Sıcak bir yağmurdur bu göz yaşları
Göklere bak, dinle göçmen kuşları
Şardağı'nın, Salavan'ın taşları
Aşka acıkınca yakut oldu, gel! ...

Bahaeddin KARAKOÇ (Sürgün Vezirin Aşk Neşideleri – Dolunay Yay. – 2004)
 
 
 
 
 

Bahattin Karakoç

 

Dua

Allah’ım, yıldızlara ağız ver, dil ver;
Benimle konuşsunlar...
Göz kırpıp durmasınlar uzaklardan
Akşam çayında
Şeker gibi eriyip tükenmesinler bardağımda
Hepsini tanımak,
Hepsiyle konuşmak istiyorum.

Allah’ım, güneşe göz, kirpik ve kaş ver
Kendi ateşiyle kendini pişirmesin...
Gücünü biliyorum, gururunu da
Bir de yüreği olsun
Ve de şarkılara yatkın bir dili,
Sesini duymak istiyorum.

Allah’ım, dağları uykuyla tanıştır,
Benim gibi düş görsünler, hayâl kursunlar
Dört mevsim güzeldir bütün dağlar
Bir de
konuşsalar , şiir yazsalar
Bir dilleri var da ben mi anlamıyorum
Allah’ım, dağlarla konuşmayı nasip et bana
Rızanla eş değer bilişmek istiyorum.

Allah’ım, denizlere cemalinle yansı
Sevgiyi tanısın kıyılarla öpüşürken
Her can
Hem nigarı tanısın hem de nigarendeyi
Gökteki galaksilerle doldur içimi
Dinimle tatlandır yeryüzünü
Dilimle kanatlandır diller coğrafyasında
Her yere ulaşmak istiyorum.

Allah’ım, dualarımı bereketlendir
Ve hep gülümse...
Beni duyduğunu biliyorum.

Bahaeddin KARAKOÇ

 

 

 

Gör Ne Hâldeyim

Çağırıyor, belli ki çok özlemiş;
Gece-gündüz hasretle yol gözlemiş,
Uçmak için kanatları sızlamış…
Geliyorum, telli turnam, yoldayım
Aşktan esrik düştüm, gör ne hâldeyim!

Çok direndim en sonunda “pes”dedim,
Keseceksen ellerimi kes dedim;
Eseceksen yüreğimde es dedim
Geliyorum, telli turnam, yoldayım
Ben sana gelirken gör ne hâldeyim!

Söyle dağlarına bizi saklasın,
İlk celsede davâmızı aklasın…
Ara-sıra kapımızı tıklasın,
Geliyorum, telli turnam, yoldayım
Ben seni düşlerken gör ne hâldeyim!

Göçmen kuşlar hazırlandı göçmeye
Gönlüm razı değil sensiz uçmaya
Gün doğarken Elmadağ’ı geçmeye
Geliyorum, telli turnam, yoldayım
Yollarda terör var, gör ne hâldeyim!

Gelişimi toroslardan ünlerim
Sustuğumda ufukları dinlerim
Senin ile şifrelenmiş genlerim
Geliyorum, telli turnam, yoldayım
Seni damıtırken gör ne hâldeyim!

Son leylek yuvada boynunu büker
Bir keklik aşkına ne diller döker
Beden acı çeker, ruh acı çeker
Geliyorum, telli turnam, yoldayım
Pusulam şaşırmış, gör ne hâldeyim!

Aşk, gönülde parlar, kana karışır
Aşk, en kadim bayram, küsler barışır
Karakoç’sa yollar ile yarışır
Geliyorum, telli turnam, yoldayım
Yolum kısaldıkça gör ne hâldeyim!

06.10.2008
 
 
 
 
 

Bahattin Karakoç

 

 

Ağır Geliyor

Yaralı kuşumun kanadı
Dallara ağır geliyor.
Yere bassa ayağını
Yollara ağır geliyor.

Uzaktan gider bulutlar,
Çiçekken kurur umutlar,
Suna beklemek her bahar
Göllere ağır geliyor.

Nâçar, vurgun gönlüm nâçar,
Kurt kovalar, ceylan kaçar,
Ufuklar bir konar göçer
Çöllere ağır geliyor.

Yolcu yeler yeler yetmez,
Derdi olmayan kuş ötmez,
Hayattan şikâyet bitmez
Kullara ağır geliyor.

Vakti tırnakla kaşımak,
Kızıl alevde üşümek,
Yorgunlukları taşımak
Sallara ağır geliyor.

Sevda bana vurdu geçti,
Kıran geldi, kırdı geçti,
Desem ki ısırdı geçti
Yıllara ağır geliyor…

 
 
 
 
 

Bahattin Karakoç

 

Azıksız Çıkma Yola

Bir nehir geçeceksen, önce soyunmalısın,
Bir dağı çıkacaksan, soluklu olmalısın.
Madem ki niyetlisin, seferin kutlu ola!
Caydırmayı düşünmem, ama derim ki sana:
Azıksız çıkma yola! ...

Seferin savaşaysa sağlam kuşanmalısın
Zaman öyle bir at ki ihmâle vermez mola!
Erkenden daha erken uyan ki kazanasın
Mahmur “biraz daha”lar düğümü çok tuzaktır
Azıksız çıkma yola! ...

Pınarın gözü ise aradığın, sendedir.
Üzengiye sağlam bas, dizgini ele dola!
Güz bahçelerinde gazel toplama, çiçek topla,
Boşa vakit öldürme, yarına kefilin yok
Azıksız çıkma yola! ...

Vuslatsa istediğin, in insanın içine
Ve çarşılarda dolaş Azrail’le kol-kola!
Mezarlığa git düşün, düğünlere git ağla
Kanadın sızlasa da Uhud kadar ağır ol
Azıksız çıkma yola! ...

Öyle bir abdest al ki, su bile sarhoş olsun
Sen yaprak ve çiçek ol, gördüğün kuru dala
Hep gönül şehri onar, kâinata sevgi sun
Her ham söze sağır ol
Azıksız çıkma yola! ...

Nereye gidersen git, heybene gönül doldur
Bir kovan parçalama bir parmak acı bal’a!
Yontuldukça yer kapla ve her zaman güzel kal,
Temiz ol, fazlanı at, eksiğini tamamla
Azıksız çıkma yola! ...

 

Bahattin Karakoç

dodurgabeyi.tr.gg
 
Facebook beğen
 
DODURGA BELDESİ
 
İlçe [değiştir]
Dodurga - Çorum ilinin ilçesi,

Diğer (kasba, köy, mahalleler) [değiştir]
Dodurga - Ankara ili Yenimahalle ilçesinin köyü/mahallesi (2008),
Dodurga - Afyonkarahisar ili Sandıklı ilçesinin köyü,
Dodurga (Hacıömerler) - Balıkesir ili Dursunbey ilçesinin köyü,
Dodurga - Bartın ili Ulus ilçesinin köyü
Yeni Dodurga - Bilecik ili Bozüyük ilçesinin köyü,
Dodurga - Bilecik ili Bozüyük ilçesinin Kasabası/Nahiye Merkezi
Dodurga - Bolu ilinin merkez köyü/mahallesi (2008),
Dodurga - Bolu ili Mudurnu ilçesinin köyü
Dodurga - Çankırı ili Çerkeş ilçesinin köyü
Dodurga - Çankırı ili Orta ilçesinin Kasabası,
Dodurgalar - Denizli ili Acıpayam ilçesinin Kasabası,
Dodurga - Muğla ili Fethiye ilçesinin köyü
Dodurga - Sinop ili Boyabat ilçesinin köyü Dodurga Barajı

Tödürge - Sivas ili Zara ilçesinin köyü, Tödürge Gölü

Dodurga - Tokat ilinin köyü
0507 8179799_ Ali Beylerbeyi
 
DODURGA TARİHİ:



Dodurganın Tarihi
Orta Asyadan gelen Türk kavimlerin Oğuz Boyunu teşkil eden oymakları arasında yine Büyük Türk Hakanı olan Oğuz Kağan’ın Nizam-ül Mülk yani dünya nizamının mülki idaresini ele geçirmek için altı oğlunu görevlendirdiği hüküm yer alır. Bunları iki kola ayırmıştır. Bunlar Üçoklar ve Bozoklardır, ayrıca bu iki kolun mensup olduğu ve aynı zamanda Oğuz Kağan’ın evlatları olarak varsayılan kişilerde ikiye ayrılır bunlar Denizhan, Dağhan ve Gökhan Üçoklar koluna, Yıldızhan, Ayhan ve Günhan ise Bozoklar koluna mensupturlar. Beldemiz kısaca Oğuzların Bozoklar kolunun Ayhan sancağına teşekkül eden Dodurga oymağına mensuptur. Tarihi Osmanlı ve Selçuklu yazıtlarında hatta Moğolların Anadoluyu istilasını kaleme alan Çin’in tarihi kaynaklarında da yer alan hatta Türk tarihçilerinde desteklediği bu teoridir. Beldemizin ismi Toturga, Totruga isimlerinin gelişmesiyle mükerrer olmuş sonuç itibariyle bugünkü halini almıştır. Dodurga kelimesinin menşei ise Kaşgarlı Mahmud’un “Divan-ü Lügat-it Türk” isimli eserinde Dudriaga olduğu görülmektedir. Kaşgarlıya göre bugünkü Çankırı yöresinin bulunduğu coğrafyada Dodurga beldesine verilen isim Osmanlı Padişahı II.Murad’ın hüküm sürdüğü 1451,1452 yıllarında kadı vekilliği yapmakta olan ve ulema adledilen Dudri ağa yada Bedri ağa isimli kişinin adından gelmiş olabileceği bahsedilmektedir. Yine bununla ilgili olarak ünlü Florensalı seyyah Pegalotti “La Pratica Della Mercatura” isimli eserinde Anadolu beyliklerinde olan iştiraklerinde bir Dudri Ağa’dan bahsetmektedir. Fakat Pegalotti’nin bahsettiği kişinin meskun bulunduğu coğrafi konum Kaşgarlı’nınkiyle bağdaşmamaktadır. Pegalotti’nin iki teorisi bulunmaktadır bunlardan ilki Dudri ağa’nın bugünkü Çankırı bölgesinde 1400’lü yıllarda yaşamış bir bilgin olması, ikinci teorisi ise Dudriağa olarak bilinen bir bölgenin bugünkü Sivas il sınırları içinde yer alan bir yöre adı olduğudur. Fakat tüm bu teorilere rağmen tarihçi ve birçok araştırmacının Çankırı ilinin Dodurga beldesinin ismi teşekkülünü Oğuzlardan aldığını varsaymaktadır. Bu olgu daha kuvvetlidir, çünkü büyük tarihi kaynak olarak bilinen Oğuzların Oğuzname isimli resmi belgesine göre Oğuz boy ve kolların ismi Oymakların ismi Selçukluların Anadolu’ya yerleşmesinden sonra yurt edindikleri bölgeler her oymak kendi adını vermiştir. Dolayısıyla tarihi süreçte göçebe olarak hayatlarını idame ettiren bu oymaklar çadır hayatından yerleşik hayata geçtiklerinde dolayısıyla Dodurga imside burada meskun bulunan oymağın ismi olması sebebiyle yerleşik düzende bölgenin ismi haline gelmiştir. Bunun yanı sıra Dodurga ismini taşıyan bugün çeşitli illerde 24 belde bulunmaktadır. Ayrıca 1520 ve 1566 yılları arasında hüküm sürmüş olan Kanuni Sultan Süleyman devrinde Dodurga Beldemiz Ankara’da bulunan Haymana sancağına bağlıydı fakat o devirde belde değil oymak olarak adlandırılmaktaydı. Yine bunlara ek olarak Türkolog olan İsveçli A.Vamberyan Anadolu oymaklarıyla ilgili bir liste hazırlamış bu listeye göre Dodurga beldemizin ismi Dodoung olarak yer almış yine o dönemlerde konsolosluk görevini yürüten General Petruseviç’in arşivlerinde de beldemizin ismi Doudougah olarak yer almıştır. Petruseviç’e göre Ankara’da meskun bulunan Gökmene sancağının en büyük nüfusa sahip Doudougah oymağıydı. (Dodurga hem Ankara’ya bağlı hem Haymana hem Gökmene sancaklarında bulunmaktaydı.) Petruseviç’e göre bu oymak 1880 yıllarında 4000 vergi nüfusuna sahipti. Ancak 4000 kişiyle adledilen Dodurga oymağının sadece beldemizle sınırlı olmadığı Ankara çevresinde bağlı diğer oymaklarında mensup olduğu bir teşekkül olduğu sanılmaktadır.
Dodurganın Damgası
Oğuz soyuna mensup 24 Oğuz boyunun ayrı ayrı damgaları bulunmaktaydı. Bugün nasıl ki her devlet dairesinin bir resmi mührü var ise Oğuzlarda da her boyun bir resmi mührü vardır. Dodurga beldemizin de Oğuzun yirmi dört boyundan birini teşkil etmesi sebebiyle bir mührü bulunmaktadır. (Bu mühür yukarıda verilmiştir.) Dodurganın mührü bir çok tarihçi tarafından değişik şekillerde tanımlanmıştır. Bugün tarihçilerce geçerli ve doğru kabul edilen aşağıda belirttiğimiz Kartal resmini andıran kafa ve kanat kısmının ima edildiği figürdür. Zaten Dodurga oymağının işaretide Kartal olarak adlandırılan kuş simgesidir.

Bu damgalar Selçuklu ve Osmanlı hanedanlıklarında resmi idarelerde kullanılır, kadı ve oymak beylerinin halkı yönlendirmeleri ve resmi yazıt tespitlerinde bu mühürler kullanıldığı söylenmektedir. Hatta bu mühürlerin benzerlerini Osmanlı padişahları ve devlet erkanına mensup kişilerde kullanmaktaydı.

Dodurganın İşareti
Dodurga oymağı aslında Türkî coğrafyanın bir çok yerine dağılmıştır. Bu oymaklar günümüz itibariyle siyasi, iktisadi ve kültürel anlamda birbirlerinden kopmuştur. Ancak tarihinde tarihinde değişmez bir parçası olan amblemini yani işaretini kaybetmemiştir. Buna en yakın örnek olarak bizde Dodurga oymanğının işareti olan Kartal figürünü Dodurganın Sesi isimli dergimizin amblemi olarak kullanmaktayız. Bunun yanı sıra Sivasın Dodurga mezrasındaki halk, Tokat’ın Turhal ilçesine bağlı Dodurga yaylasındaki köylüler, Amasya’nın Sarı Kurşun köyündeki Dodurga oymağına mensup birkaç aileden teşekkül olan halk, Tarsus bölgesinde yaşayan ve bugün Varsak Türkmenleri olarak adlandırılan Türkmen beylerinin mensup olduğu Dodurga oymağına dahil bütün beyliklerin hemen hemen hepsi Kartal figürünü kendi işaretleri kabul etmektedirler.
Değerli hemşehrilerimiz ; Dodurga beldemizle ilgili her şeyi güzümüzün yettiğince sizlere aktaracağız lakin bu çalışmalarda büyük çabalar sarf edilmektedir. Sizlerin desteğiyle birlikte bu güçlüklerin üstesinden geleceğimize inanmaktayız. Bu nedenle destek, öneri, özeleştirilerinizi bekliyoruz.

Dodurga Kelimesinin Anlamı
Dodurga kelimesini bugün kime sorsanız beldemizin adından ibaret olduğunu ifade edecektir. Fakat Dodurga kelimesi şayet Oğuz’un 24 boyunun Dodurga oymağının mensubiyetindeyse bir çoğumuzun bildiği gibi belde ismini oluşturmaktadır. Ancak Oğuznameye göre her oymağın bir adı ve bu adın bir anlamı ayrıca her oymağın bir işareti, damgası ve sayısı bulunmaktadır. Dodurga kelimesinin anlamıda bu noktada karşımıza çıkmaktadır. Osmanlı kayıtları, Selçuklu arşivleri ve Türk Tarihi araştırıldığında ortak sonuç olarak Oğuz kaynaklarının nitelendirdiği anlam ortaya çıkmaktadır. Bu anlam şudur ki Dodurga demek; Ülke alan, zapt eden, Yurt tutan anlamını taşımaktadır. Tarihi kaynaklar irdelendiğinde 1040 yılında başlayan Selçuklu hanedanlığının kurulma aşamasındaki yıllarda büyük bir payeye sahip olmuşlardır. Bunun yanı sıra yine Anadolu Selçuklularının hüküm sürdüğü 1077-1308 yılları arasında Dodurga oymağı bugünün tabiriyle süvari öncü birlik olmuştur. Bu nedenle Dodurga’nın anlamı Ülke alan, Yurt edinen olarak tarihteki yerini almıştır.


 

 
Bugün 24 ziyaretçikişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol