Nefsin Mertebeleri

Nefsin Mertebeleri

Emr Âlemi’nden rabbanî bir lâtife olan insanî nefs, sıfatlarına göre farklı isimler alır. Hayvanî nefsin tesirinden uzaklaştıkça sıfatı değişir, mertebesi de yükselir. Nihayet tamamen billurlaşıp Rabbi'ne vasıl olur. İnsan, aşağıda ismi geçen mertebelerden sadece birinde olabilir. Üst mertebelere yükselebildiği gibi, geri de düşebilir.

 

Nefs-i Emmâre: Kötü his ve huyları, çirkin vasıfları barındırır. Şehvet düşkünü hayvanî nefsin hükmü altında olmakla, hayvanların yoluna girmiştir. Kötü işleri güzel görür. Hesap ve ahiret derdi yoktur. Sadece keyfini düşünür. Bu nefsin eserinden kibir benlik, hırs, şehvet, kıskançlık, cimrilik, kin, intikam, hiddet gibi huylar çıkar. Allah'ın düşmanıdır. Hadis-i kudside:“Nefsine düşmanlık et, çünkü o benim düşmanımdır.” buyrulmuştur. Kur'an-ı Kerim'de Hz. Yusuf a.s.'ın diliyle: “Ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü nefs, Rabbimin merhameti olmadıkça kötülüğü emreder“[9] buyrulmaktadır.

 

Bu nefsin bütün huyları bir kişide toplanırsa, o kişi şeytanların mertebesine düşer. Nefs-i emmarenin sahibi, ya fasık, ya münafık ya da kâfirdir. İtikadı düzeltmek, samimi tövbe ve terbiye ile tedavi olur. Tezkiye edilmezse, cehennem ateşiyle temizlenmesi kaçınılmazdır.

 

Menkıbe

Hz. Şuayb a.s.'a soru soran bir kişi: Ben her türlü günahı işliyorum, Allah beni cezalandırmıyor, demişti. 
Allah Teâlâ’da Şuayb a.s.'a şöyle buyurmuştu: Ey peygamber! O kimse günah işleyip duruyor. Günahlarından ötürü kederlenmiyor, vicdan azabı duymuyor. Günah günahı artırırken pişman olup tövbe etmiyor. Bu, benim ondan uzaklığımın, onu muaheze ettiğimin, cezalandırdığımın alameti değil midir? [10]

 

Nefs-i Levvâme: Kendini kınayan, kötüleyen, azarlayan nefstir. Nitekim Allahu Teâlâ: “Nefs-i Levvâme'ye (kendini kınayan nefse) yemin olsun ki”[11] buyurmuştur.

Bu nefs sahibi, günah işlediğinde pişman olup tövbe eder, kendisini kınar, yapmamak için karar verir. Fakat günah önüne gelince duramaz, yine içine düşer. Sonra pişman olur. İyilik ve kötülük arasında gider gelir.

 

Kendini beğenme, çekişme, gizli riya, makam ve şehvet tutkusu gibi nefs-i emmârenin bazı vasıfları bu mertebede de bulunur. Fakat nefs hakkı hak; batılı batıl görür. Yine bilir ki, bu sıfatlarla huzurdan uzaktır. Fakat onlardan kurtulamıyor. Bu mertebede nefs ve şeytan birleşip vesveseyle kalbe saldırırlar. Tedavisi rabıta ve zikirdir.

 

Nefs-i Mülhime: Allahu Teâlâ nefsin isyan ve itaatini vasıtasız ilham ettiği için bu makamda nefsin adı mülhime olmuştur. Nitekim Kur'an'da : “Sonra da o nefse isyan ve itaati ilham edene yemin ederim”[12] buyrulmuştur.

Nefs, tevbe, zikir, rabıta ve mücahedeyle günahların ağırlığından ve şehvet bağından kurtulunca, ilham ve feyiz almaya kabiliyet kazanır. Devamlı olarak kâmil mürşidden kalbine ilhamlar gelir. Bu mertebede hayvanî nefs tamamen ıslah olur. Haramdan kaçar, hayırlara koşar.

Ruhunda ilâhi aşk ateşi parlamaya başlar. İlim, tevazu, yumuşaklık, kanaat, mertlik, sabır, belaya tahammül gibi, güzel hasletler belirir. Fakat şeytan ona açık ve bariz bir şekilde saldırmaya başlar. Kendini ve amellerini beğendirir, insanları küçük ve değersiz gösterir, ümitsizliğe düşürür, Allah'ın azabına karşı ona emniyet hissi verir. Bu makamda mürşidin himmeti olmazsa tehlikeye düşebilir. [13]

 

Diğerleri ise; nefs-i mutmainne, nefs-i râdiye, nefs-i merdiyye, nefs-i sâfiye mertebeleridir ki bunlar ehlullahtaki mertebelerdir.

 

Menkıbe

Mecnun bir keresinde Leyla'nın aşkı ile iyice kararsız kalmıştı. Leyla'ya gitmek için bir deve satın aldı ve yola çıktı. Uyumayı ve dinlenmeyi terk etti, epeyce yol aldı. Leyla'nın bulunduğu şehre yaklaştığı zaman,

"Artık sevgilimin şehrine yaklaştım" dedi; kalbi rahatladı, biraz gevşedi. Bu sırada kendisini uyku bastı, uyudu. Devenin geride "Kuşek" adında bir yavrusu vardı. Ondan zorla ayrılmıştı. Aklı fikri hep ondaydı.

Mecnun'un uyuduğunu fark edince, hemen yönünü çevirdi ve süratle yavrusuna doğru yol aldı, Kuşek'ın yanına vardı. Mecnun uyandı ki gittiği yol geri gelmiş.

 

Tekrar yola çıktı, Leyla'ya tam, kavuşacakken yine biraz dalıverdi. Deve yavrusunun derdindeydi. Hemen yönünü çevirip yavrusuna koştu. Mecnun Kuşek yüzünden bir türlü Leyla'sına kavuşamıyordu. Böylece üç ay yollarda kaldı da bu deve başıma bela oldu diye en sonunda deveyi terk etti, Kuşek ile baş başa bıraktı. Leyla'sına tek başına gitti. Hak yolunda nefis deve yerindedir. Kul onunla Hakk'a yol alacaktır. Ancak onun gerideki arzu ve beklentileri yok edilmezse, gözü hep arkada kalır, ilk fırsatta soluğu orada alır. Tam tövbe edilmeyen günahlar, nefsin kuşekidir.[14]

           
            Bu misalle nefsimize bakarsak, nefsin zatı Allah'ın azametini idrak edecek kabiliyettedir. Yaradılışında eksiklik yoktur. Nefs-i mutmainne, nefs-i râdiye, nefs-i merdiyye, nefs-i sâfiye gibi ehlullahın en yüksek mertebelerini hâvi olan nefsler, Allah'ın azametini idrak etmiştir. Ama emmâre, levvâme, mülhime gibi bizim sıfatlarımız ârızî vasıflardır. Eğer bizler seyr u sülûk ile ârızî vasıflarımızı tamamlar, hastalıklarımızı tedavi ile aslî suretlerine çevirebilirsek, tasavvufî hayatı yaşamış oluruz. Böylece yüksek sıfatlar kazanabiliriz. 

 Allah Teâlâ Kur'an-ı Hâkim’de “Biz insanı en güzel surette yarattık.” buyurmaktadır. Bu yüzden insan Allah'ın emir ve yasaklarına uyduğu kadar âlî, Allah'ı unuttuğu kadar asi olur. 
Hâtim-i Esam (r.ah) şöyle der: “Nefsimin istekleri ayak bağım, ilmim silahım, günahım hüsranım, şeytan ise düşmanımdır. Bu sebeple nefsimin arzularına aykırı davranır, ona tâbi olmam.’’[15]

      

Menkıbe

Mevlânâ Câmî (k.s) bir gün bir kimseye, "Ne iş yapıyorsun?" diye sordu. O da,

"Hamdolsun huzurluyum. Sıhhat ve afiyette bulunduğum halde dünyayı terk ederek bir köşeye çekildim. Cenâb-ı Hakk'ın zikri ile meşgul oluyorum" dedi. Mevlânâ Câmî buna cevap olarak,

"Huzur ve afiyet bu değildir. Huzur ve afiyet, insanın nefsinin emmârelikten kurtulup, itminana kavuşmasıdır. Nefsi itminana kavuştur da ister sakin bir köşede otur, isterse insanların arasında"[16] buyurdu.

 

Nefis tezkiyesi; onu küfür, cehalet, kötü hisler, yanlış itikatlar, fena ahlâklardan temizlemektir. Kısacası İslâmiyet’e aykırı her türlü itikadı, ahlâkî ve amelî yanlışlıklardan arındırmaktır.

Tasavvufta tezkiye, nefsin isteklerini azaltarak onun beden üzerindeki hâkimiyetini kırmak ve bu suretle ruhun hükümranlığına imkân sağlamaktır.

 

Nefsi tezkiyeye çalışmak ve bu uğurda ciddi bir gayretle seyrü sülûke girmek, ehemmiyetine ve zorluğuna binaen "cihad-ı ekber" kabul edilmiştir. Nitekim bu tabiri Hz Peygamber (s.a.v) pek zorlu geçen Tebük Gazvesi'nden dönüşlerinde bizzat ifade ederek ashabına,"Şimdi küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz" buyurmuşlardır.

Hâlbuki dönmekte oldukları sefer, pek büyük bir gazveydi. Zira seferin başından sonuna kadar münafıkların fitneleri ve şeytanın vesveseleri eksik olmamıştı. O yıl şiddetli bir sıcaklık ve kuraklık hüküm sürmüştü. Kat edilen yol, oldukça uzundu ve yaya yürümeye müsait değildi. Meyvelerin toplanacağı hasat mevsimi de gelip çatmıştı. Kendilerini kalabalık bir düşman ordusunun beklemekte olduğu haberi ise, bu gazveyi daha da zorlu bir sefer kılmaktaydı. 30.000 kişiyi aşan sahabe ordusu, 1000 km. gitmiş ve geri dönmüştü. Medine'ye yaklaşırken âdeta şekilleri değişmişti. Derileri kemiklerine yapışmış, saç-sakal birbirine girmişti. Hal böyleyken Resûlullah'ın (s.a.v) söylediği bu sözün hikmetini merak eden bazı sahabiler, hayretler içinde,

 

"Yâ Resûlallah! Halimiz meydanda, bundan daha büyük cihad olur mu?"dediklerinde Hz. Peygamber (s.av),

 

"Küçük cihaddan büyük cihada dönmüş bulunmaktasınız" buyurdu. Ashap, "Ey Allah'ın Resülü, büyük cihad nedir?" diye sorunca, "Büyük cihad, Allah'a güzel kulluk için nefsinizle vereceğiniz mücadeledir"[17] buyurdu.

 

Hz. Peygamber (s.a.v) bu konuya şöyle dikkat çeker: "Dikkat edin! Bedende bir et parçası vardır ki o iyi ve sağlam olursa bütün beden sağlam olur. O bozuk olursa bütün beden bozuk olur. Bilesiniz ki o, kalptir." [18]

 

Bu kalbi gafletten uyandırmak, kötü sıfatlardan arındırmak, nefsin esaretinden kurtarmak ve Hak Teâlâ'nın zikri ile huzur bulduğu bir hale getirmek dünyanın en mühim, en zor ve en gerekli işidir. Bu işe büyük cihad denir. Onun büyüklüğü alanı, zamanı ve düşmanından kaynaklanır. Bu cihad, insanın içini ve dışını yani bütün hayatını içine alır. Bu cihad, buluğ çağından başlar, son nefese kadar bir ömür boyu devam eder. Hedefteki düşman devamlı kötülüğü emreden nefisle şeytandır.

 

Menkıbe

Seyyid Hasan Şazelî k.s. hazretleri bir arkadaşı ile bir mağaraya girdi. Gayeleri nefslerini ıslah etmekti. Ancak mağarada halvette ibadetle meşgul iken birbirlerine şöyle diyorlardı: 
“Muradımıza nasıl erer, nasıl keşif ve keramet sahibi oluruz? Ulu makam ve mertebelere nasıl ulaşırız?”
Onlar böyle konuşurken mağaranın kapısında bir ihtiyar peyda oldu. Selam verdi, aldılar. Ona kim olduğunu sordular. Şöyle cevap verdi: Ben Allah’ın kullarından biriyim, ismim Abdülmelik. Hayırdır, niye geldin?
Size hayret ettim, ondan geldim. Bizim şaşılacak ne halimiz var? Mağaraya nefsimizi, benliğimizi yok etmeye geldik. Hayır, siz mağaraya nefsinizi azdırmaya girdiniz. Ne gün evliya oluruz, ne gün gökte uçar, denizde yürürüz... Bunları konuşuyorsunuz. Mağarada olanın gayesi bu olmamalı. Ne zaman Allah’ın rızasını buluruz, Allah düşmanı nefsimizi ne zaman ıslah ederiz, kötü ahlâktan nasıl kurtulur, güzel ahlâkı nasıl kazanırız?.. Amacınız işte bu olmalı. Fakat sizin gayeniz bunlar değil. Bu sözler üzerine tevbe istiğfar ettiler. İşte, halis niyet ile o zat, bir tasavvuf büyüğü olan Hasan Şazelî hazretleri oldu.

 Kişi abid olsa, mağaraya girse, mağara nefsini yok etmiyorsa, çirkin sıfatlardan kurtarmıyorsa ibadetinin faydası yoktur. Gayesine ulaşamaz. Demek ki âlim, ilmi arttıkça kendi varlığını yok edecek. Abid, ibadeti çoğaldıkça hiçliğe, yokluğa; tevazu, vakar, merhamet ve doğruluğa erecek. Kibri ve kendini beğenmeyi terk edecek. Herkesin derecesine göre ilmi ve ibadeti vardır. Dolayısıyla herkes kendini kontrol etmelidir.[19]  

 

Şeyh Sa’dî-i Şîrâzî (k.s) anlatıyor:

Büyüklerden birinden, “Senin en inatçı düşmanın, iki yanın arasında bulunan nefsindir” [20] anlamındaki hadisi açıklamasını istedim. Şöyle cevap verdi:

 

“Bunun manası şudur: Herhangi bir düşmanın hediye, ikram ve iltifatla dostluğunu kazanmak mümkündür. Fakat nefis öyle bir düşmandır ki okşadıkça kabarır, şımarır, hürmet gördükçe serkeşliği artar, daha fazla azgınlığa düşer.” [21]

 

Muhammed b. Hanî k.s. hazretleri şöyle buyurmuştur:

“Ey kardeşim! Bir kâmil rehberin terbiyesine gir ve doğru yola koyul. Ona hizmet et. Amellerine dikkat et. O seni nefsinin işlerinden Allah Rasulü'nün ve sahabelerinin ahlâk ve ameline çevirmek istiyor. Bu uzun bir yolculuktur; sen bunu kısa sanma. İnsanın nefsi terbiye olmadıkça, Allah Rasulü'nün ve sahabelerinin ahlakıyla boyanamaz. Ve yine nefis, dünya işlerini mazeret göstererek seni menzil-i maksuda ulaştırmaz. İlmin ne kadar olursa olsun, sana bir gurur verir. Nefsin, hile ve tuzaklarıyla seni bekler. Nice büyük ulema ilmiyle mağrur olmuş, bu gizli tehlikeyi göremeyerek zarara uğramışlardır.” [22]

 

Biz kendi aklımız ve tedbirimizle nefsimizdeki bu noksanlıkları, kusurları v.s hastalıkları gideremeyiz. İsteriz fakat beceremeyiz. Bizim de kalbimizi gaflet uykusundan uyandıracak ve nefsimizi hayırlara karşı coşturacak bir saadetli ele ve o elin çekeceği rahmete ihtiyacımız var.

 

Allah Rasulü (s.a.v), nurlu halkasında bulunduğu halde nefsine karşı zayıf düşenleri bu şekilde ilâhî nur, manevî nazar, samimi dua ve sevgiyle destekleyip, kalplerini ihya, hallerini ıslah ediyordu. Dünya sevgisine ve nefsinin keyfine mağlup olmuş biz de, o nuru taşıyan bir gönülden nur çekip boş korkularımızı dindirmeliyiz.[23]

 

İbn Acîbe el-Hasenî (k.s) hazretleri bu hususta şöyle buyurmuştur:

‘’Hz. Peygamber’in s.a.v. usul ve yolu üzere terbiye veren kâmil mürşidlerin hali, insanlara aynı derecede yönelmek ve onların tabiatında değişim gerçekleştirmektir. Onlar, (Allah’ın izniyle) günahkâr kimseyi itaatkâr, kâfiri mümin, gafili zakir, cimriyi cömert, kirliyi temiz, kötüyü iyi, cahili ârif yaparlar. Bu şekilde insanların kimyasını (mizacını) ve halini değiştirirler; çünkü onların yanında bunun iksiri vardır. Bu iksir, varlığın kimyasını ve tabiatını değiştirme özelliğine sahip olan ebedî aşktır.’’ [24]

 

Bu temizlik rahmet ve nur ile olmaktadır. Bir arifin irşad dairesine giren kimse, bu nurdan ve rahmetten bolca nasiplenir ve edeblenir.

 

Ebû Süleyman Davudî İskenderî k.s. hazretleri ise: ‘’Bir Allah dostunun peşinden, isterse, bir adım olsun gitmen; Kendi boş arzunla, nefsine göre, yüz bin fersah yürümenden daha hayırlıdır. Allah dostu bir zattan tek bir kelime işitmen ve yanında bir lâhza kalman; senin için, babanın ve zâhiri öğretmenin yirmi yıl terbiye öğretmesinden daha yararlıdır. Çünkü Allah dostu senin ruhunu, öbürleri dış yapını terbiye eder’’[25] buyurmuştur.

 

Kısacası her işin ve yolun kolay bir tarafı vardır. Kalbi tasfiye ve nefsi terbiye etme noktasında en kolay ve en güzel yol Allah dostlarına tabi ve teslim olup onların gösterdiği yol ve hal üzere gitmektir. Mevlana k.s. hazretlerinin buyurduğu gibi: ‘’Peygamberler ve onların vârisleri, yani kâmil mürşitler, insanlık peçesi ile örtülmüş bir güneştir. Onların himayesine sığın ki seninle bin pazarlık yaparak sana düşmanlık eden nefsinin elinden kurtulasın! Senin bu hareketin, senin için bütün ibadet ve taatlerden daha faziletlidir. Bunu yapmakla ileri gitmiş olanları çoktan geçersin.‘’[26]

 

Allahü Teâlâ bizleri Sadat’ın himmet ve bereketiyle Allah dostlarına hakiki manada tabi olup nefsini ve Rabbini bilen kullarından eylesin inşallah. Âmin.



[9] Yusuf, 53

[10] Semerkand Dergisi, Nefsimiz ve Biz, Mehmet Ildırar, Eylül 2005

[11] Kıyame, 2

[12] Şems, 8

[13] Semerkand Dergisi, Ebediyet Yolculuğunda Nefs, Ahmet Safa, Aralık 2003

[14] Kalbin Hastalıkları, Siraceddin Önlüer

[15] Gazâlî, Mükâşefetü’l-Kulûb, s. 26.

[16] Mevlânâ Safî, Reşehât, s. 120.

[17] Hatîb, Târfhu Bağdat, 13/523-24; Beyhakî, ez-Zühdü'l-Kebîr, nr. 373; Ali el-Müttakî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 11260; Süyûtî, el-Câmiu's-Sagîr, nr.

    6107; Azizî, SirâcO'l-MOntr, 3/60.

[18] Buhârî, İmân, 39; Müslim, Müsâkât, 107; Ibn Mâce, Fiten, 14; Dârimî, Büyü, 1.

[19] Semerkand Dergisi, Gaye Nefsi Islah Olmalı, Mehmet Ildırar, Ağustos 2010

[20] Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1/168 (nr. 412).

[21] Sa’dî-i Şîrâzî, Gülistan, s. 180.

[22] Nefis Terbiyesi ve İlâhi Huzur, Mehmet Ildırar,

[23] Allah Yolunda Yardım ve Cömertlik, Dilaver Selvi

[24] Bahrü’l-Medid fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Mecîd, İbn Acîbe el-Hasenî, s.2/317

[25] Yar ile Şimdi, Dr. Ahmet Çağıl

[26] Tahirül Mevlevî, Şerhi Mesnevî, V, 1390 (B. No: 2963-2967)




dodurgabeyi.tr.gg
 
Facebook beğen
 
DODURGA BELDESİ
 
İlçe [değiştir]
Dodurga - Çorum ilinin ilçesi,

Diğer (kasba, köy, mahalleler) [değiştir]
Dodurga - Ankara ili Yenimahalle ilçesinin köyü/mahallesi (2008),
Dodurga - Afyonkarahisar ili Sandıklı ilçesinin köyü,
Dodurga (Hacıömerler) - Balıkesir ili Dursunbey ilçesinin köyü,
Dodurga - Bartın ili Ulus ilçesinin köyü
Yeni Dodurga - Bilecik ili Bozüyük ilçesinin köyü,
Dodurga - Bilecik ili Bozüyük ilçesinin Kasabası/Nahiye Merkezi
Dodurga - Bolu ilinin merkez köyü/mahallesi (2008),
Dodurga - Bolu ili Mudurnu ilçesinin köyü
Dodurga - Çankırı ili Çerkeş ilçesinin köyü
Dodurga - Çankırı ili Orta ilçesinin Kasabası,
Dodurgalar - Denizli ili Acıpayam ilçesinin Kasabası,
Dodurga - Muğla ili Fethiye ilçesinin köyü
Dodurga - Sinop ili Boyabat ilçesinin köyü Dodurga Barajı

Tödürge - Sivas ili Zara ilçesinin köyü, Tödürge Gölü

Dodurga - Tokat ilinin köyü
0507 8179799_ Ali Beylerbeyi
 
DODURGA TARİHİ:



Dodurganın Tarihi
Orta Asyadan gelen Türk kavimlerin Oğuz Boyunu teşkil eden oymakları arasında yine Büyük Türk Hakanı olan Oğuz Kağan’ın Nizam-ül Mülk yani dünya nizamının mülki idaresini ele geçirmek için altı oğlunu görevlendirdiği hüküm yer alır. Bunları iki kola ayırmıştır. Bunlar Üçoklar ve Bozoklardır, ayrıca bu iki kolun mensup olduğu ve aynı zamanda Oğuz Kağan’ın evlatları olarak varsayılan kişilerde ikiye ayrılır bunlar Denizhan, Dağhan ve Gökhan Üçoklar koluna, Yıldızhan, Ayhan ve Günhan ise Bozoklar koluna mensupturlar. Beldemiz kısaca Oğuzların Bozoklar kolunun Ayhan sancağına teşekkül eden Dodurga oymağına mensuptur. Tarihi Osmanlı ve Selçuklu yazıtlarında hatta Moğolların Anadoluyu istilasını kaleme alan Çin’in tarihi kaynaklarında da yer alan hatta Türk tarihçilerinde desteklediği bu teoridir. Beldemizin ismi Toturga, Totruga isimlerinin gelişmesiyle mükerrer olmuş sonuç itibariyle bugünkü halini almıştır. Dodurga kelimesinin menşei ise Kaşgarlı Mahmud’un “Divan-ü Lügat-it Türk” isimli eserinde Dudriaga olduğu görülmektedir. Kaşgarlıya göre bugünkü Çankırı yöresinin bulunduğu coğrafyada Dodurga beldesine verilen isim Osmanlı Padişahı II.Murad’ın hüküm sürdüğü 1451,1452 yıllarında kadı vekilliği yapmakta olan ve ulema adledilen Dudri ağa yada Bedri ağa isimli kişinin adından gelmiş olabileceği bahsedilmektedir. Yine bununla ilgili olarak ünlü Florensalı seyyah Pegalotti “La Pratica Della Mercatura” isimli eserinde Anadolu beyliklerinde olan iştiraklerinde bir Dudri Ağa’dan bahsetmektedir. Fakat Pegalotti’nin bahsettiği kişinin meskun bulunduğu coğrafi konum Kaşgarlı’nınkiyle bağdaşmamaktadır. Pegalotti’nin iki teorisi bulunmaktadır bunlardan ilki Dudri ağa’nın bugünkü Çankırı bölgesinde 1400’lü yıllarda yaşamış bir bilgin olması, ikinci teorisi ise Dudriağa olarak bilinen bir bölgenin bugünkü Sivas il sınırları içinde yer alan bir yöre adı olduğudur. Fakat tüm bu teorilere rağmen tarihçi ve birçok araştırmacının Çankırı ilinin Dodurga beldesinin ismi teşekkülünü Oğuzlardan aldığını varsaymaktadır. Bu olgu daha kuvvetlidir, çünkü büyük tarihi kaynak olarak bilinen Oğuzların Oğuzname isimli resmi belgesine göre Oğuz boy ve kolların ismi Oymakların ismi Selçukluların Anadolu’ya yerleşmesinden sonra yurt edindikleri bölgeler her oymak kendi adını vermiştir. Dolayısıyla tarihi süreçte göçebe olarak hayatlarını idame ettiren bu oymaklar çadır hayatından yerleşik hayata geçtiklerinde dolayısıyla Dodurga imside burada meskun bulunan oymağın ismi olması sebebiyle yerleşik düzende bölgenin ismi haline gelmiştir. Bunun yanı sıra Dodurga ismini taşıyan bugün çeşitli illerde 24 belde bulunmaktadır. Ayrıca 1520 ve 1566 yılları arasında hüküm sürmüş olan Kanuni Sultan Süleyman devrinde Dodurga Beldemiz Ankara’da bulunan Haymana sancağına bağlıydı fakat o devirde belde değil oymak olarak adlandırılmaktaydı. Yine bunlara ek olarak Türkolog olan İsveçli A.Vamberyan Anadolu oymaklarıyla ilgili bir liste hazırlamış bu listeye göre Dodurga beldemizin ismi Dodoung olarak yer almış yine o dönemlerde konsolosluk görevini yürüten General Petruseviç’in arşivlerinde de beldemizin ismi Doudougah olarak yer almıştır. Petruseviç’e göre Ankara’da meskun bulunan Gökmene sancağının en büyük nüfusa sahip Doudougah oymağıydı. (Dodurga hem Ankara’ya bağlı hem Haymana hem Gökmene sancaklarında bulunmaktaydı.) Petruseviç’e göre bu oymak 1880 yıllarında 4000 vergi nüfusuna sahipti. Ancak 4000 kişiyle adledilen Dodurga oymağının sadece beldemizle sınırlı olmadığı Ankara çevresinde bağlı diğer oymaklarında mensup olduğu bir teşekkül olduğu sanılmaktadır.
Dodurganın Damgası
Oğuz soyuna mensup 24 Oğuz boyunun ayrı ayrı damgaları bulunmaktaydı. Bugün nasıl ki her devlet dairesinin bir resmi mührü var ise Oğuzlarda da her boyun bir resmi mührü vardır. Dodurga beldemizin de Oğuzun yirmi dört boyundan birini teşkil etmesi sebebiyle bir mührü bulunmaktadır. (Bu mühür yukarıda verilmiştir.) Dodurganın mührü bir çok tarihçi tarafından değişik şekillerde tanımlanmıştır. Bugün tarihçilerce geçerli ve doğru kabul edilen aşağıda belirttiğimiz Kartal resmini andıran kafa ve kanat kısmının ima edildiği figürdür. Zaten Dodurga oymağının işaretide Kartal olarak adlandırılan kuş simgesidir.

Bu damgalar Selçuklu ve Osmanlı hanedanlıklarında resmi idarelerde kullanılır, kadı ve oymak beylerinin halkı yönlendirmeleri ve resmi yazıt tespitlerinde bu mühürler kullanıldığı söylenmektedir. Hatta bu mühürlerin benzerlerini Osmanlı padişahları ve devlet erkanına mensup kişilerde kullanmaktaydı.

Dodurganın İşareti
Dodurga oymağı aslında Türkî coğrafyanın bir çok yerine dağılmıştır. Bu oymaklar günümüz itibariyle siyasi, iktisadi ve kültürel anlamda birbirlerinden kopmuştur. Ancak tarihinde tarihinde değişmez bir parçası olan amblemini yani işaretini kaybetmemiştir. Buna en yakın örnek olarak bizde Dodurga oymanğının işareti olan Kartal figürünü Dodurganın Sesi isimli dergimizin amblemi olarak kullanmaktayız. Bunun yanı sıra Sivasın Dodurga mezrasındaki halk, Tokat’ın Turhal ilçesine bağlı Dodurga yaylasındaki köylüler, Amasya’nın Sarı Kurşun köyündeki Dodurga oymağına mensup birkaç aileden teşekkül olan halk, Tarsus bölgesinde yaşayan ve bugün Varsak Türkmenleri olarak adlandırılan Türkmen beylerinin mensup olduğu Dodurga oymağına dahil bütün beyliklerin hemen hemen hepsi Kartal figürünü kendi işaretleri kabul etmektedirler.
Değerli hemşehrilerimiz ; Dodurga beldemizle ilgili her şeyi güzümüzün yettiğince sizlere aktaracağız lakin bu çalışmalarda büyük çabalar sarf edilmektedir. Sizlerin desteğiyle birlikte bu güçlüklerin üstesinden geleceğimize inanmaktayız. Bu nedenle destek, öneri, özeleştirilerinizi bekliyoruz.

Dodurga Kelimesinin Anlamı
Dodurga kelimesini bugün kime sorsanız beldemizin adından ibaret olduğunu ifade edecektir. Fakat Dodurga kelimesi şayet Oğuz’un 24 boyunun Dodurga oymağının mensubiyetindeyse bir çoğumuzun bildiği gibi belde ismini oluşturmaktadır. Ancak Oğuznameye göre her oymağın bir adı ve bu adın bir anlamı ayrıca her oymağın bir işareti, damgası ve sayısı bulunmaktadır. Dodurga kelimesinin anlamıda bu noktada karşımıza çıkmaktadır. Osmanlı kayıtları, Selçuklu arşivleri ve Türk Tarihi araştırıldığında ortak sonuç olarak Oğuz kaynaklarının nitelendirdiği anlam ortaya çıkmaktadır. Bu anlam şudur ki Dodurga demek; Ülke alan, zapt eden, Yurt tutan anlamını taşımaktadır. Tarihi kaynaklar irdelendiğinde 1040 yılında başlayan Selçuklu hanedanlığının kurulma aşamasındaki yıllarda büyük bir payeye sahip olmuşlardır. Bunun yanı sıra yine Anadolu Selçuklularının hüküm sürdüğü 1077-1308 yılları arasında Dodurga oymağı bugünün tabiriyle süvari öncü birlik olmuştur. Bu nedenle Dodurga’nın anlamı Ülke alan, Yurt edinen olarak tarihteki yerini almıştır.


 

 
Bugün 21 ziyaretçikişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol