Helaller, Haramlar ve Şüpheliler:

İSLAM HUKUKUNDA HELAL SERTİFİKALANDIRMANIN YERİ VE ZARURET KAVRAMI

Helal üzerine yapılan sertifikalandırmayla ilgili önemli olduğunu düşündüğümüz iki husus üzerinde duracağız.

1. Helallilik üzerine yapılan sertifikalandırmanın izahı ve fıkıhtaki yeri

2. Fıkhın temel kaidelerine göre caiz olmaması gereken birtakım meseleler hakkında zaruret vardır denilerek caiz olduğu savunulmaktadır. Diğer bir söylem ile fıkhın genel prensibi caiz olmadığını söylediği halde bir çok mesele hakkında; zaruret, ihtiyaç, umumu belva gibi terimler kullanılarak caiz olduğu söylenmektedir. Bu kavramlardan en yaygın olanı da “zaruret” kavramıdır. Bahusus günümüzde kullanımı o kadar yaygın olmuştur ki adeta bir çilingir anahtarı gibi açamadığı kapı yoktur. Durum böyle olunca acaba bu anahtarın gerçekten açamadığı kapı yok mudur? Her bir meseleyi bununla çözebilir miyiz? Nasip olursa bu konferansımızın ikinci konusu olarak İslam fıkhında Zaruretin yerini incelemeye gayret edeceğiz.

Hiç şüphesiz muvaffakıyet Mevla’dandır.

Allah Teâlâ hazretleri Bakara suresinde şöyle buyuruyor:

هُوَ الَّذِي خَلَقَ لَكُم مَا فِي الأَرْضِ جَمِيعاً ثُمَّ اسْتَوَى إِلَى السَّمَاء فَسَوَّاهُنَّ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ

“O, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yaratan, sonra göğe yönelip onları yedi gök hâlinde düzenleyendir. O, her şeyi hakkıyla bilendir.” Bakara /29

Bu ayet-i kerimede geçen “O, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yaratandır…” ifadesinden Alimlerimiz ;

الأصل في الأشياء من الطهارة والحِل

“Eşyada temizlilik ve helallilik asıldır” temel kaidesini çıkarmışlardır. Aynı şekilde İmam Malik, el-Muvatta adlı eserinde Ebu Hureyre’den (Allah onlara rahmet etsin) rivayet etmiş olduğu hadis-i şerifte de bu kaideye işaret olduğunu “et-Ta’liku’l-Mümecced ala Muvatta Mâlik bi rivayet-i Muhammed” isimli eserinde Abdulhayy el-Leknevî de ifade etmiştir?

El-Muvatta adlı eserde rivayet edilen hadis-i şerif şöyledir:

عن أبي هريرة أن رسول الله صلى الله عليه و سلم قال ذروني ما تركتكم فإنما هلك من كان قبلكم بسؤالهم واختلافهم على أنبيائهم فما نهيتكم عنه فاجتنبوه

Ebu Hureyre’den rivayete göre Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyuruyor: “Size bıraktığım ile beni bırakın (yetinin) zira sizden öncekiler peygamberlerine ihtilaflarından ve suallerinden dolayı helak oldular. Hangi şeyi size yasaklıyorsam ondan da kaçının.” Muvattâ Mâlik bi rivayet-i Muhammed b. El-Hasen 995

Haram olduğu kanıtlanmadıkça eşyada asıl olan temizliktir-mubahlıktır kaidesine göre; bir nesnenin pis veya haram olduğuna dair her hangi bir yasaklılık yok ise temiz ve helal olduğuna hükmedilir. Buna göre kullanılması istenen nesnenin helal ve temiz olduğuna delil aranmamalıdır. Aksine haram olduğuna veya pis olduğuna delalet eden delilin olmaması, o nesnenin helal ve temiz olmasına delili olarak kabul edilmektedir. Durum böyle olunca sertifikalandırma; helallik üzerine değil haramlık üzerine olmalıdır. Ve haramlığı sabit olmayınca helal ve temiz olduğu sabit olmalıdır. O halde kurumların helallik üzerine yaptığı sertifikalandırmanın izahı ve fıkıhtaki yeri nedir? Bu suâle cevap olarak deriz ki; helallik üzerine verilen sertifika İslam Fıkhında kefalet olarak değerlendirilir. Yani bir ürün hakkında sertifika verilmesi bir nevi tüketici olan Müslümanlar için o ürünü üretenlere kefil olmasıdır. Diğer bir ifadeyle üretici olan kişi, ürettiği mamulü için kurumdan sertifika talep ettiğinde şunu demiş oluyor: Benim bu ürünüme kefil olur musunuz? Kurum da (yarın Hz. Allah Teâlâ’nın huzurunda cevap vereceğini unutmaksızın) dini hassasiyetle hazırladıkları standartlar doğrultusunda kefil oluyor veya olmuyor. Yani sertifikalandırma kurumu bir nevi kefalet kurumudur. Hiç tanımadığı tüketicilerin sorumluluklarını üstlenerek kefil oluyor.

Malum olduğu üzere kefil olması istenilen kimsenin kefil olacağı şahısları seçmeye hakkı vardır. Birine kefil olması diğerine de kefil olmasını gerektirmediği gibi kefil olmadığı kişinin yanlış biri olduğu manasına da gelmez. Durum böyle olunca sertifikalandırılmayan mamulleri kullanmak haramdır denilemez. Bu önemli bir husustur. Maalesef bazı camialardan bu emsal söylemler duymaktayız. Sertifika kurumu şunu demiş oluyor: Sertifika vermediğimiz ürünler hakkında sukut ediyoruz ve o ürünlere kefil olmuyoruz. Sertifika verdiğimiz ürünler ise bizim kefaletimiz altındadır. Ve sorumlulukları bizim üzerimizedir. Buna göre sertifika kurumları huzur-u mahşerdeki sorumluluklarını göz ardı etmeksizin sertifika yapmalıdırlar. Ve bu ferdi olmamalıdır. Konferansımızın sloganında olduğu gibi “tek ses tek yürek” tek bir standart üzerine bunu yapmalıdırlar. Ve bu konuda her bir kurum kendi fıkıh kurullarından hoca efendileri göndererek bir komisyon kurulmalı ve o komisyon kendi aralarında çalışarak ehl-i sünnet çerçevesinde tek bir standart oluşturmalıdırlar. Maalesef bu zamana kadar bu oluşturulmadı. Her defasında konuşuldu ama olmadı. İnşallah şimdiden sonra oluşur.

Kefalet kurumları olan sertifika kurumları harama karşı gösterdikleri hassasiyeti şüpheli şeylere de göstermelidirler. Ve sertifikalandırmayı da ona göre yapmalıdırlar.

El-Buhari’nin rivayetine göre Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyorlar:

عن النُّعْمَانَ بْن بَشِيرٍ يَقُولُ سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ الْحَلَالُ بَيِّنٌ وَالْحَرَامُ بَيِّنٌ وَبَيْنَهُمَا مُشَبَّهَاتٌ لَا يَعْلَمُهَا كَثِيرٌ مِنْ النَّاسِ فَمَنْ اتَّقَى الْمُشَبَّهَاتِ اسْتَبْرَأَ لِدِينِهِ وَعِرْضِهِ وَمَنْ وَقَعَ فِي الشُّبُهَاتِ كَرَاعٍ يَرْعَى حَوْلَ الْحِمَى يُوشِكُ أَنْ يُوَاقِعَهُ أَلَا وَإِنَّ لِكُلِّ مَلِكٍ حِمًى أَلَا إِنَّ حِمَى اللَّهِ فِي أَرْضِهِ مَحَارِمُهُ أَلَا وَإِنَّ فِي الْجَسَدِ مُضْغَةً إِذَا صَلَحَتْ صَلَحَ الْجَسَدُ كُلُّهُ وَإِذَا فَسَدَتْ فَسَدَ الْجَسَدُ كُلُّهُ أَلَا وَهِيَ الْقَلْبُ

“Numan b. Beşir’den rivayete göre kendisi; Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in şöyle buyurduğunu işitmiş: Helal belli haramda bellidir. İkisinin arasında şüpheli şeyler vardır. O şüpheli şeyleri insanların çoğu bilmez. Her kim şüpheli şeylerden sakınırsa ırzını da, dinini de kurtarmış olur. Her kim bu şüpheli şeylere dalacak olursa, her an harama düşebilir. Tıpkı (içeri girmesine izin verilmeyen) koru etrafında (hayvanlarını) otlatan bir çoban gibi. (Hayvanlar, yasak olan koru içine dalarak otlayabilirler.) Haberiniz olsun ki her padişahın bir korusu vardır. Yine haberiniz olsun ki Allah Teâlâ hazretlerinin yeryüzündeki korusu haram kıldığı şeylerdir. Dikkat edin (gözünüzü açın) haberdar olunuz bedende bir et parçası vardır ki, o iyi olduğunda bütün beden iyi olur. O bozuk oluğunda ise bütün beden bozuk olur. İşte o (et parçası) kalptir.” El-Buhari/ Bab:38 Hadis no:52

Ehli ilmin ifadesine göre bu hadis-i şerifte birçok meselelere işaret vardır. Âlimlerimiz yazmış oldukları eserlerinde bunlara değinmiş ve uzunca izahlarını yapmışlardır. Konumuzla alakalı olma hasebiyle hadis-i şerifteki bir meseleye dikkat çekmek isteriz. Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), haramlılığı herkes tarafından bilinen şeyleri çevrilmiş koruya benzetmiş, helal ve haramlılığı herkes tarafından bilinmeyen şüpheli şeyleri ise korunun etrafına benzetmiştir. Bu şüpheli şeylerden kaçınmayıp içine dalan kimseleri de koru etrafında davarlarını otlatan çobana benzetmiştir. Nasıl ki bu davarlar, koru etrafından içeriye girip yasak olan otlardan menfaat elde etmeleri muhtemel ise, şüphelilerden kaçınmayan kişinin de harama düşmesi muhtemeldir.

Hadis-i şerifte şüpheli şeyler diye ifade edilen nesnelerin ne olduğunda, diğer bir ifadeyle bunlardan ne kast edildiğinde Âlimlerimizin farklı mütalaaları olmuştur. Bazıları helal veya haram olduğunda ihtilaf edilen şeylere şüpheli şeyler derken, diğerleri malı helal ve haram ile karışık olan bir kimseyle muamele yapılmasını şüpheli şeylerden saymışlardır.

Diğer bazı âlimler de hadis-i şerifte geçen “İkisinin arasında şüpheli şeyler vardır” cümlesini şu şekilde izah etmişlerdir: Bir takım şeyler vardır ki helal mi, haram mı olduğuna dair bazı insanlar katında karışıklık vardır. Hakikatte o şeyler, İslam şeriatının hakkında bir beyanı olmadığı manasında bizatihi karışık olan şeyler değildirler. Zira hakkında hüküm bulunması gereken hiçbir şey yoktur ki İslam şeriatı tarafından delilsiz ve hükümsüz bırakılmış olsun. O şeyin, ehli ilim tarafından tam olarak mahiyetinin bilinmemesinden dolayıdır ki hakkında kesin bir hüküm verilmemiştir. Buda o şey hakkında şüphelidir demeyi iktiza edecektir. Hadis-i şerifte geçen “O şüpheli şeyleri insanların çoğu bilmez” ifadesi de bu son izahı teyit etmektedir.

Buna göre mahiyeti hakkında kesin bilgi sahibi olmadığımız ürünler şüpheliler kısmı altına girmişlerdir. Bu şeyler hakkında tam olarak helal veya haramdır diye hüküm vermemekle beraber bunlardan kaçınmak hiç şüphesiz takvaya daha uygun olandır. Nitekim hadis-i şerifte geçen “Her kim şüpheli şeylerden sakınırsa ırzını da, dinini de kurtarmış olur” ibaresi de bunu açıkça ifade etmektedir.

Piyasada helal sertifikalı ürünlerin çoğalmasını istememiz bizim sertifika verme yarışına girdiğimiz manasında olmamalıdır. Bilakis piyasadaki tüketim maddelerinin çoğunun güvenilir olması temennisiyle olmalıdır. Bunun içindir ki önümüze gelen her ürüne sertifika vermemekteyiz ve vermemeliyiz.

Bizler şüpheli maddeler haramdır dolayısıyla içeriğinde bu maddeler olan ürünler de haramdır diyemeyiz. Çünkü bir şey hakkında helaldir demek ne derece vebal-i mucip ise haramdır demekte o derece vebal-i muciptir. Zira haramdır demek ihtiyat değildir. Diğer bir ifadeyle takvaya daha uygun olan değildir. Berki ihtiyat, helal veya haram olduğuna dair hüküm vermeksizin kaçınmaktır.

Bize soruyorlar, kola içmek helal midir, haram mıdır? Helaldir diyemeyiz araştırmadık.Haramdır da diyemeyiz çünkü elimizde bunun hakkında kati bir delil yoktur. Peki ne diyebiliriz? Şüphelidir diyebiliriz. Niye çünkü hakkında şaibe vardır ama kesin bilgimiz yoktur. Veya en azından bizim bilgimiz yoktur.

Sonuç olarak deriz ki; hazırlayacağımız standart sadece insanları herkesçe bilinen haramlardan korumak için değil şüpheliler den korumak için olmalıdır. Rabbim muvaffak etsin Amin.

İSLAM HUKUKUNDA ZARURET VE KOLAYLAŞTIRMA PRENSİBİ

Genel prensip olarak caiz olmayan bir takım dini meseleler hakkında zarurete binaen caizdir denilerek ilim adına birçok meselelerin konuşulduğunu ve insanlar arasında tedavül edildiğini görmekteyiz. Bundan dolayı bu sunumumuzda usulle alakalı olarak İslam hukukunda zaruret, ihtiyaç nelerdir? Hangi durumda bunlar haramı helal yapar? Ve bunlar hakkında İslam hukukçularının görüşleri nelerdir? gibi suâlleri ele alarak gücümüz nispetince cevap vermeye ve siz değerli hazirûna sunmaya gayret edeceğiz. Muvaffakiyet Allahtandır.

İslâm Hukuku’nda kabul edilmiş genel prensiplerden biride güçlüğü kaldırmak ve insanlar için kolaylaştırma nazariyesi olduğu bir gerçektir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyi vesellem)’in sünneti bu prensibi açıkça ifade etmektedir. İslam hukuku zaruret’i ve bazı yerlerde de haceti (ihtiyacı) güçlüğü kaldırmak olarak değerlendirerek normal zamanlarda izin vermediği bir çok meselede zarurete binaen izin vermiş hatta bazı yerlerde[Muzdar (zor) durumda olan kimsenin laşe veya domuz eti yemesi gibi] bu izini farziyet makamına çıkararak yapılmadığı takdirde günah olarak saymıştır.

Fukaha arasında bu prensip mecelleyi ahkamı adliye’nin de 21. maddesinde ifade edildiği gibi “zarûretler yasakları mübâh kılar” şeklinde değerlendirilmiştir.

Mecelle şarihlerinde Atıf efendi mezkur olan kaidenin şerhinde zaruretler her memnu olanı mubah kılmaz diyerek sözüne şu şekilde devam etmiştir:

Usulu fıkıh ilminde beyan olunduğu vecihle haramlık ve yasaklık üç nevidir:

1- Başkasını öldürmek veya uzvunu kesmek fiillerinin haramlılığı gibi, asla sakıt olmayan yani kendisine hiçbir şekilde ruhsat bitişmeyen haramlıktır.

2- Lâşeyi yemenin haramlılığı gibi, zaruret ile sakıt olan haramlıktır.

3-Bir başkasının malını telef etme haramlılığı gibi, sakıt olmayıp zaruret vaktinde ruhsata muhtemel olan yani alakalandığı yer genel olarak helal olmaz ise de haramlığın devam etmesiyle beraber taalluk ettiği fiilin işlenmesi, Allahü Teala tarafından ruhsat verilen haramlıktır.

Atıf efendi yasaklılığın bu üç kısmını beyan ettikten sonra “zarûretler yasakları mübâh kılar” kaidesinin yasaklılığın birinci kısmında geçerli olmayacağını ifade ederek, şayet kişi öldürülmek veya uzuvlarından herhangi birinin kesilmesi üzerine tehdit edilse bile bir başkasını öldürmesi veya herhangi bir uzvuna zarar vermesi caiz olmayacağını ifade etmiştir. Yani bu kişi için her ne kadar zaruret tahakkuk etmişse de kendisi için bu yasak olan fiili işlemesine fıkhen izin verilmemiştir.

Görüldüğü gibi zaruretin oluşması haram olan bu fiili helal kılmamıştır. Ancak zaruret kendisi için tahakkuk etmiş olan kimseden öldürme işlemi vaki olması durumunda kısasın ikrahi mülci’e ile zorlayana mı yoksa öldürme işlemini yapan faile mi uygulanacağı hakkında ihtilaf olunmuşsa da Hanefi mezhebi içinde kabul olunan görüşe göre amiri mücbir dediğimiz zorlayan kimse üzerine uygulanacağı ifade edilmiştir.

Şayet zaruret, yasaklılığın ikinci kısmında meydana gelse bu yasaklılık mecellenin 21. maddesi doğrultusunda mubahlığa yerine göre de farziyete intikal eder. Ölmek üzere olan kimsenin hayatını korumak için domuz veya leş etinden yemesinin haramlığın kalkması gibi.

Eğer zaruret yukarıda zikri geçen yasaklılığın üçüncü kısmında meydana gelse bu durumda yasaklılık külli olarak mubah olmazsa da günahın olmaması ve failinde (yapıcısında) sorumlu olmaması cihetiyle mubah muamelesi yapılır. Nitekim açlıktan ölmek üzere olan kimsenin şartları oluşması doğrultusunda bir başkasının malını rızası olmasa bile alıp yemesi caizdir. Ancak mecelleyi adliyenin 33. maddesi olan zor durumda kalmak başkasının hakkını iptal etmez kaidesince de malını zayi ettiği kişinin rızasını alması ve yahut ta yediği malın bedelini ödemesi gerekir.

Buraya kadar ifadesinde bulunduğumuz meselelerde fukaha arasında kayda değer meselemiz açısından pek ihtilaf bulunmamaktadır. Ancak lugatta şiddetli sıkıntı manasına gelen, dinde de haramı helal yapan zaruretin tarifi bir de mecelleyi adliyenin 32. maddesi olan Hacet umumi olsun hususi olsun zaruret menzilesine indirilir kaidesinde geçen hacetin manaları hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Gücümüz nispetince bu farklı görüşleri serdetmeye gayret edeceğiz.

Zaruretin tarifi:

Mecelle şarihlerinde Ali Haydar efendi: Dinin yasak ettiği bir şeyi, yapmaya veya yemeye mecbur eden, duruma zaruret denir.

Hidaye şarihi İbni Humam: Kişinin öyle bir duruma gelmesi ki şayet yasak olan şeyi işlemese helak olmasıdır diye beyan etmiştir.

Ebubekir Cessas gibi bazı Âlimlerde: Kişinin kendisi veya uzvu helak olması olarak beyan etmişlerdir.

Muvafakat Sahibi Şatibi ve bu gibi düşünen bazı Alimlere göre de zaruret: Dünya ve Ahiret maslahatının kıyamı için olmazsa olmaz olan, şöyle ki; yapılmadığı takdirde dünya maslahatı istikametinde cari olmayacağı gibi ahirette de kurtuluşun olmayacağı ve nimetlerin kaçmasına sebep olan şey olarak tarif edilmişlerdir.

Mevsuatü’l-fıkhiyyenin ifadesi doğrultusunda Usulcülere göre zaruret: الضروريات الخمس (beş zaruri olan şeyler) dediğimiz dinin, nefsin, aklın, nesebin, malın muhafazasından biri üzerine korkmak olarak tarif edilmiştir.

Cürcani gibi diğer âlimler de: Kaldırılması mümkün olmayan nâzile (gelen bir mesele) olarak beyan etmişlerdir.

Malikilere göre zaruret: Helaktan veya çok şiddetli zarardan korkmaktır.

Şafi fukahasından olan İmamı Remli Nihayetül muhtaç kitabında zarureti: Ölümden veya hastalıktan korkmak veyahut ta bunların dışında abdestin halefi olan teyemmümü, suyun bulunmasıyla beraber mubah kılan her türlü mahsur diye tarif etmiştir.

Yine zaruretin tarifiyle alakalı üstadım Halil Gönenç hocamızın Günümüzün Meseleleri adlı eserinde MUĞNİ EL-MUHTAC kitabından naklen şu ifadeler vardır:

Zaruretin çeşitleri, tarifleri vardır. Bir kısmı şunlardır:

a)Can veya organ helakinden endişe etmek.

b)Ölüm veya şiddetli hastalık veya onun artmasından veya uzamasından veya da arkadaşlarından geri kalmaktan endişe etmek, zarurettir.

Hanbeli mezhebinde Zaruretin tarifine gelince mezhepte farklı görüşlerin olduğuna muttali olduk. Ancak kasır olan mütalaam neticesiyle mezhep içinde sahih olan tarif: Kişinin sadece telef olmaktan korkması şeklindedir, bunun daha aşağısındaki korkulara zaruret demiyorlar. Ancak قيل ifadesiyle kişinin teleften veya zarardan korkması, diğer bir قيل ifadesiyle de kişinin teleften veya zarardan veya hastalıktan veyahut ta yolda arkadaşlarından geri kalmaktan korkmasına da zaruret diyorlar.

Genel olarak yukarıdaki tariflere baktığımız zaman zaruret hakkında munzabıt bir tarif getirmenin güç olduğu görülmektedir. Zira bu tarifleri furu’i meseleler üzerinde uygulanmasına baktığımızda bazıları bu tarifleri biraz daha genişletirken diğer bir kısmı da bu çerçeveyi biraz daha daraltmışlardır.

Özetlemek gerekirse kişinin canı veya uzvu üzerine korkmasına Hanbelilerin haricinde genel olarak zaruret olduğu kabul edilirken, bazıları da bu çerçeveyi biraz daha genişleterek الضروريات الخمس (beş zaruri olan şeyler) dediğimiz dinin, nefsin, aklın, nesebin, malın muhafazasından biri üzerine korkulmasını katmakdadırlardır. Her ne kadar farklı yaklaşımlar olsada usulü fıkıh kitaplarımızın dünyevi maslahat’ın kısımlarından olan zaruriyyat, haciyat, tahsiniyyat konularına baktığımızda ve bunların reel olarak furu’i fıkıhdaki uygulamalarını müşahade ettiğimizde الضروريات الخمس zaruret olarak tanımlamanın kanaatimizce daha şumullü olacağına inanıyoruz.

Fukaha arasında zarûret’in yasakları mübâh kılmasının ne demek olduğunda da görüş ayrılığı olmuştur: Zarûretler haram olan şeylerden bu sıfatı kaldırarak zarûret haline düşmüş kimseye bunları helâl mi kılar? Ve dolayısıyla zaruret halinde bunları yapan kimse helâl olan bir şeyi yaptığı için günah işlememiş mi olur? Yoksa zaruret haram ve yasak olan şeyin -haram sıfatını değil- onu işlemenin günahını mı kaldırır?

Hanefîler ve onlar ile aynı görüşte olanlar, zaruretin mubah kıldığı yasak ve haramları ikiye ayırıyorlar:

a) Zaruretin haram vasfını kaldırdığı ve mubah hale getirdiği, dolayısıyla da işleyene günah olmayan haram ve yasaklar. Bu nevi yasaklarda, zaruretin hükmü; haramlılık vasfını ve işleyenden günahı kaldırmaktır ki bazen bunu işlemek farz da olabilir.

b) Zaruretin, haramlılık vasfını kaldırmadığı, sadece işleyenden günahı kaldırdığı haramlar. Bunlar, işleyene günah olmaması bakımından mubah, haramlılık vasıflarının kalkmamış olması bakımından ise haram gibidir. Bu nevinin örneği zorlanan bir kimsenin küfrü (dinden çıkmayı) gerektiren bir iş işlemesi veya mecbur kalan birisinin, diğerine ait malı itlâf ve imha etmesidir.

Hacetin (ihtiyacın)tarifi:

Mecelleyi adliyenin 32. maddesinde olan (Hacet umumi olsun hususi olsun zaruret menzilesine indirilir) kaidesinde geçen hacetin manaları hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür.

Elmalılı Hamdi Yazır İslam hukuku adlı eserinde Haceti şu şekilde tanımlamıştır: Aslında bir diken adı olup bundan alınarak bir diken gibi insana ızdırap veren ve giderilmedikçe rahat edilmeyen şey manasında kullanılır. Bu itibarla hacet nefiste olan bir manadır. Daha sonra haceti kaldıran husuli, vucudi matlup olan şeye hacet denmiştir. Bir başka ifadeyle hacet, kendisinden ihtiyaçsız kalmak mümteni veya güç olup gerçekleşmesi istenilen mühime dir. Elmalılı devamen: aslında hacet bazı açılardan zaruretten daha genel bir mana ifade eder. Çünkü zaruretten ihtiyaçsızlık mümkün değilken hacette mümkün olabilir. Bundan dolayı bazı hacetlere sabır göstermek imkân dâhilinde iken zaruretlere karşı sabır göstermek mümkün görülmeye bilir.

Eşbah şarihi Hamevi ماابيحللضرورةيقدربقدرها kaidesinin şerhinde Fethu’l-kadir kitabından naklen zaruret ve haceti şu şekilde tarif etmektedir.

Zaruret: Kişinin öyle bir duruma gelmesi ki yasak olan şeyi işlememesi durumunda helak olacak duruma yakın olması kişi için zarurettir ve haramı helal kılar, bu tarifi yukarıda beyan etmiştik. Hacet: Acıkmış olan bir insan ki yiyecek bir şey bulamadığı takdirde helak olmayıp sadece çok sıkıntıda ve meşakkatte olacak. Bu durum kişiye(bizim anladığımız manada) haram olanı helal kılmaz ancak farz oruç tutan kimsenin iftar etmesini mubah kılar.

Bu ve emsal ifadelere baktığımızda bahusus mecelleyi adliyenin 32. maddesinin de ifadesi doğrultusunda Eşbah sahibinin de Elmalılının da sarahaten ifade ettiği gibi zaruret ile hacet arasında fark vardır. Bunun aksini iddia etmek uygun değildir. Zira hacet zaruret menzilesine tenezzül olunur ibaresi zaruret, zaruret menzilesine tenezzül olunur manasında olur ki bu ibarenin ademi sıhhati zahirdir.

Netice olarak deriz ki; hacet bazı durumlarda zaruret yerine kaim olur. Ancak bu, şu demek değildir: Zarurete binaen verilen bütün hükümler hacet olduğunda da verilir. Bu yanlıştır. Nitekim “Mecmau’l-fıkhıyye” fıkıh konseyi de kanatlı kesiminde makine kesimine fetva vermişler ve bu fetvalarının gerekçesini de zaruret olarak beyan etmişlerdir. Halbuki ülkemizde kesilen kanatlıların 1/3 den fazlası el kesimini döndüğünü bilmekteyiz. Hane zaruret vardı. Makine kesimi olmadan entegre sistemi olmazdı? Günümüzdeki aşırı tüketime cevap ancak makine kesimiyle olurdu? Demek ki zaruret yokmuş. Bu da gösteriyor ki zaruret kavramını gelişi güzel her yerde uygulamak doğru değildir.

Mevla Taala hazretleri hakkı hak bilip tabi olmayı batılı batıl bilip kaçınmayı ve ilim, amel, ihlas yolunda daim olmayı cümlemize nasip eylesin. Amin.

Fatih KALENDER

dodurgabeyi.tr.gg
 
Facebook beğen
 
DODURGA BELDESİ
 
İlçe [değiştir]
Dodurga - Çorum ilinin ilçesi,

Diğer (kasba, köy, mahalleler) [değiştir]
Dodurga - Ankara ili Yenimahalle ilçesinin köyü/mahallesi (2008),
Dodurga - Afyonkarahisar ili Sandıklı ilçesinin köyü,
Dodurga (Hacıömerler) - Balıkesir ili Dursunbey ilçesinin köyü,
Dodurga - Bartın ili Ulus ilçesinin köyü
Yeni Dodurga - Bilecik ili Bozüyük ilçesinin köyü,
Dodurga - Bilecik ili Bozüyük ilçesinin Kasabası/Nahiye Merkezi
Dodurga - Bolu ilinin merkez köyü/mahallesi (2008),
Dodurga - Bolu ili Mudurnu ilçesinin köyü
Dodurga - Çankırı ili Çerkeş ilçesinin köyü
Dodurga - Çankırı ili Orta ilçesinin Kasabası,
Dodurgalar - Denizli ili Acıpayam ilçesinin Kasabası,
Dodurga - Muğla ili Fethiye ilçesinin köyü
Dodurga - Sinop ili Boyabat ilçesinin köyü Dodurga Barajı

Tödürge - Sivas ili Zara ilçesinin köyü, Tödürge Gölü

Dodurga - Tokat ilinin köyü
0507 8179799_ Ali Beylerbeyi
 
DODURGA TARİHİ:



Dodurganın Tarihi
Orta Asyadan gelen Türk kavimlerin Oğuz Boyunu teşkil eden oymakları arasında yine Büyük Türk Hakanı olan Oğuz Kağan’ın Nizam-ül Mülk yani dünya nizamının mülki idaresini ele geçirmek için altı oğlunu görevlendirdiği hüküm yer alır. Bunları iki kola ayırmıştır. Bunlar Üçoklar ve Bozoklardır, ayrıca bu iki kolun mensup olduğu ve aynı zamanda Oğuz Kağan’ın evlatları olarak varsayılan kişilerde ikiye ayrılır bunlar Denizhan, Dağhan ve Gökhan Üçoklar koluna, Yıldızhan, Ayhan ve Günhan ise Bozoklar koluna mensupturlar. Beldemiz kısaca Oğuzların Bozoklar kolunun Ayhan sancağına teşekkül eden Dodurga oymağına mensuptur. Tarihi Osmanlı ve Selçuklu yazıtlarında hatta Moğolların Anadoluyu istilasını kaleme alan Çin’in tarihi kaynaklarında da yer alan hatta Türk tarihçilerinde desteklediği bu teoridir. Beldemizin ismi Toturga, Totruga isimlerinin gelişmesiyle mükerrer olmuş sonuç itibariyle bugünkü halini almıştır. Dodurga kelimesinin menşei ise Kaşgarlı Mahmud’un “Divan-ü Lügat-it Türk” isimli eserinde Dudriaga olduğu görülmektedir. Kaşgarlıya göre bugünkü Çankırı yöresinin bulunduğu coğrafyada Dodurga beldesine verilen isim Osmanlı Padişahı II.Murad’ın hüküm sürdüğü 1451,1452 yıllarında kadı vekilliği yapmakta olan ve ulema adledilen Dudri ağa yada Bedri ağa isimli kişinin adından gelmiş olabileceği bahsedilmektedir. Yine bununla ilgili olarak ünlü Florensalı seyyah Pegalotti “La Pratica Della Mercatura” isimli eserinde Anadolu beyliklerinde olan iştiraklerinde bir Dudri Ağa’dan bahsetmektedir. Fakat Pegalotti’nin bahsettiği kişinin meskun bulunduğu coğrafi konum Kaşgarlı’nınkiyle bağdaşmamaktadır. Pegalotti’nin iki teorisi bulunmaktadır bunlardan ilki Dudri ağa’nın bugünkü Çankırı bölgesinde 1400’lü yıllarda yaşamış bir bilgin olması, ikinci teorisi ise Dudriağa olarak bilinen bir bölgenin bugünkü Sivas il sınırları içinde yer alan bir yöre adı olduğudur. Fakat tüm bu teorilere rağmen tarihçi ve birçok araştırmacının Çankırı ilinin Dodurga beldesinin ismi teşekkülünü Oğuzlardan aldığını varsaymaktadır. Bu olgu daha kuvvetlidir, çünkü büyük tarihi kaynak olarak bilinen Oğuzların Oğuzname isimli resmi belgesine göre Oğuz boy ve kolların ismi Oymakların ismi Selçukluların Anadolu’ya yerleşmesinden sonra yurt edindikleri bölgeler her oymak kendi adını vermiştir. Dolayısıyla tarihi süreçte göçebe olarak hayatlarını idame ettiren bu oymaklar çadır hayatından yerleşik hayata geçtiklerinde dolayısıyla Dodurga imside burada meskun bulunan oymağın ismi olması sebebiyle yerleşik düzende bölgenin ismi haline gelmiştir. Bunun yanı sıra Dodurga ismini taşıyan bugün çeşitli illerde 24 belde bulunmaktadır. Ayrıca 1520 ve 1566 yılları arasında hüküm sürmüş olan Kanuni Sultan Süleyman devrinde Dodurga Beldemiz Ankara’da bulunan Haymana sancağına bağlıydı fakat o devirde belde değil oymak olarak adlandırılmaktaydı. Yine bunlara ek olarak Türkolog olan İsveçli A.Vamberyan Anadolu oymaklarıyla ilgili bir liste hazırlamış bu listeye göre Dodurga beldemizin ismi Dodoung olarak yer almış yine o dönemlerde konsolosluk görevini yürüten General Petruseviç’in arşivlerinde de beldemizin ismi Doudougah olarak yer almıştır. Petruseviç’e göre Ankara’da meskun bulunan Gökmene sancağının en büyük nüfusa sahip Doudougah oymağıydı. (Dodurga hem Ankara’ya bağlı hem Haymana hem Gökmene sancaklarında bulunmaktaydı.) Petruseviç’e göre bu oymak 1880 yıllarında 4000 vergi nüfusuna sahipti. Ancak 4000 kişiyle adledilen Dodurga oymağının sadece beldemizle sınırlı olmadığı Ankara çevresinde bağlı diğer oymaklarında mensup olduğu bir teşekkül olduğu sanılmaktadır.
Dodurganın Damgası
Oğuz soyuna mensup 24 Oğuz boyunun ayrı ayrı damgaları bulunmaktaydı. Bugün nasıl ki her devlet dairesinin bir resmi mührü var ise Oğuzlarda da her boyun bir resmi mührü vardır. Dodurga beldemizin de Oğuzun yirmi dört boyundan birini teşkil etmesi sebebiyle bir mührü bulunmaktadır. (Bu mühür yukarıda verilmiştir.) Dodurganın mührü bir çok tarihçi tarafından değişik şekillerde tanımlanmıştır. Bugün tarihçilerce geçerli ve doğru kabul edilen aşağıda belirttiğimiz Kartal resmini andıran kafa ve kanat kısmının ima edildiği figürdür. Zaten Dodurga oymağının işaretide Kartal olarak adlandırılan kuş simgesidir.

Bu damgalar Selçuklu ve Osmanlı hanedanlıklarında resmi idarelerde kullanılır, kadı ve oymak beylerinin halkı yönlendirmeleri ve resmi yazıt tespitlerinde bu mühürler kullanıldığı söylenmektedir. Hatta bu mühürlerin benzerlerini Osmanlı padişahları ve devlet erkanına mensup kişilerde kullanmaktaydı.

Dodurganın İşareti
Dodurga oymağı aslında Türkî coğrafyanın bir çok yerine dağılmıştır. Bu oymaklar günümüz itibariyle siyasi, iktisadi ve kültürel anlamda birbirlerinden kopmuştur. Ancak tarihinde tarihinde değişmez bir parçası olan amblemini yani işaretini kaybetmemiştir. Buna en yakın örnek olarak bizde Dodurga oymanğının işareti olan Kartal figürünü Dodurganın Sesi isimli dergimizin amblemi olarak kullanmaktayız. Bunun yanı sıra Sivasın Dodurga mezrasındaki halk, Tokat’ın Turhal ilçesine bağlı Dodurga yaylasındaki köylüler, Amasya’nın Sarı Kurşun köyündeki Dodurga oymağına mensup birkaç aileden teşekkül olan halk, Tarsus bölgesinde yaşayan ve bugün Varsak Türkmenleri olarak adlandırılan Türkmen beylerinin mensup olduğu Dodurga oymağına dahil bütün beyliklerin hemen hemen hepsi Kartal figürünü kendi işaretleri kabul etmektedirler.
Değerli hemşehrilerimiz ; Dodurga beldemizle ilgili her şeyi güzümüzün yettiğince sizlere aktaracağız lakin bu çalışmalarda büyük çabalar sarf edilmektedir. Sizlerin desteğiyle birlikte bu güçlüklerin üstesinden geleceğimize inanmaktayız. Bu nedenle destek, öneri, özeleştirilerinizi bekliyoruz.

Dodurga Kelimesinin Anlamı
Dodurga kelimesini bugün kime sorsanız beldemizin adından ibaret olduğunu ifade edecektir. Fakat Dodurga kelimesi şayet Oğuz’un 24 boyunun Dodurga oymağının mensubiyetindeyse bir çoğumuzun bildiği gibi belde ismini oluşturmaktadır. Ancak Oğuznameye göre her oymağın bir adı ve bu adın bir anlamı ayrıca her oymağın bir işareti, damgası ve sayısı bulunmaktadır. Dodurga kelimesinin anlamıda bu noktada karşımıza çıkmaktadır. Osmanlı kayıtları, Selçuklu arşivleri ve Türk Tarihi araştırıldığında ortak sonuç olarak Oğuz kaynaklarının nitelendirdiği anlam ortaya çıkmaktadır. Bu anlam şudur ki Dodurga demek; Ülke alan, zapt eden, Yurt tutan anlamını taşımaktadır. Tarihi kaynaklar irdelendiğinde 1040 yılında başlayan Selçuklu hanedanlığının kurulma aşamasındaki yıllarda büyük bir payeye sahip olmuşlardır. Bunun yanı sıra yine Anadolu Selçuklularının hüküm sürdüğü 1077-1308 yılları arasında Dodurga oymağı bugünün tabiriyle süvari öncü birlik olmuştur. Bu nedenle Dodurga’nın anlamı Ülke alan, Yurt edinen olarak tarihteki yerini almıştır.


 

 
Bugün 86 ziyaretçikişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol