Hülafa-i Raşidin
 
Hülafa-i Raşidin 
HAZRETİ EBUBEKİR (11–13/632–634)
DOĞUMUNDAN HALİFELİĞİNE KADAR HZ. EBÛBEKİR:


İsmi, Abdullah b. Osman (b. Âmir b. Amr b. Ka'b b. Sa'd b. Teym b. Murra) et-Teymî'dir. Câhiliyye döneminde "Abdu'l-Ka'be" ismini taşırken Peygamber (s.a.) adını Abdullah'a çevirdi. Atîk lakabıyla bilindiği gibi, Rasülullah (s.a.)'i hemen tasdik ettiği, özellikle Mi'raç gecesinin sabahında bu mucizeye hemen inandığı için daha çok "Sıddîk" lakabıyla anılmıştır.

Hz. Ebûbekir, Fil yılından iki sene birkaç ay sonra Mekke'de dünyaya gelmiş, güzel hasletlerle tanınmış ve iffetlilikle şöhret bulmuştur. İçki içmek Câhiliyye döneminde çok yaygın bir adet olduğu halde, o hiç içmemiştir. Câhiliyye devrinde Mekke'nin ileri gelenlerinden olup, Arapların nesep ve ahbar ilimlerinde temayüz etmişti. Kendisi kumaş ve elbise ticaretiyle meşgul olurdu, sermayesi kırkbin dirheme ulaşmıştı. Erkeklerden ilk Müslüman olan, odur. İslâmiyeti kabul eder etmez zamanını Rasülullah (s.a.) ile beraber İslâm davetçiliğine ayırabilmek için hemen ticareti bıraktı. Osman b. Affân, Zübeyr b. Avvâm, Abdurrahman b. Avf, Sa'd b. Ebî Vakkas ve Talha b. Ubeydullah gibi İslâm'ın yücelmesinde büyük emekleri olan ilk Müslümanların birçoğu İslâm'ı onun davetiyle kabul ettiler.

Hz. Ebubekir'in Rasülullah (s.a.)'e güveni sonsuzdu; çünkü çocukluğunda onun arkadaşıydı. O'nu iyi tanımıştı. Medine'ye hicretinde de yine onun arkadaşı oldu. Aşağıdaki âyet onun hakkında inmiştir: "Eğer siz O'na (Muhammed'e) yardım etmezseniz, (iyi bilin ki) iki kişiden biri olduğu halde (Rasülullah ve Ebubekir) kâfirler onu (Mekke'den) çıkardıkları zaman Allah ona yardım etmişti. Hani onlar mağarada (Sevr mağarasında) idiler. (Ebûbekir korkunca, Rasülullah) o zaman arkadaşına, "Üzülme Allah bizimle beraberdir" diyordu." Rasülullah (s.a.) Medine'de yerleşince Hz. Ebûbekir kendisinin sağ kolu oldu. Rasülullah, birçok hususlarda onu diğer yakınlarına tercih ederdi. İbn Haldun'un da dediği gibi, Rasülullah (s.a.) ümûmî ve husûsî, mühim işlerde müşterek olarak arkadaşlarıyla istişare ederdi. Bunun yanında bazı önemli hususlarda Ebubekir ile ayrıca istişâre ederdi. Bizans imparatorluğu, İran Kisralığı ve Habeşistan Necâşîliği gibi devletlerin yönetim şekli ve saray protokollerini bilen Araplar, Hz. Ebûbekir'e, "Peygamber'in veziri" derlerdi.

Taberî'nin rivayetine göre Rasülullah (s.a.), son hutbesinde, "Allahu Teâlâ kullarından birini dünya ile kendi katında olan şeyleri tercih hususunda serbest bıraktı; kul, Allah katında olanı tercih etti." deyince, Hz. Ebûbekir meseleyi kavradı ve Rasülullah'ın bu kişi ile kendini kastettiğini ve ölümünün yaklaştığını anlayıp ağladı ve "Bilakis biz canlarımızı ve çocuklarımızı sana feda ederiz" dedi. Rasülullah, "Yavaş ol yâ Ebûbekir! (Ashaba hitab ederek) Şu mescide açılan kapılara bakınız ve Hz. Ebubekir'in evi tarafına açılan kapı dışındakileri kapatınız. Zira benim yanımda sohbet etmeye ondan daha lâyık kimseyi bilmiyorum. Onun bana yardımı büyüktür" dedi.

Hulâsa, Hz. Ebûbekir, hayatının acısını, tatlısını, elemlerini ve kederlerini, nusret ve zaferini Rasülullah (s.a.) ile paylaşmış, gölgesi gibi ondan hiç ayrılmamıştır.


Prof. Dr. Hasan İbrahim Hasan
Kahire Üniversitesi İslam Tarihi ve Medeniyeti Öğretim Üyesi (Merhum)




HAZRETİ ÖMER 13–23/634–644
DOĞUMUNDAN HALİFELİĞİNE KADAR HZ. ÖMER:


Hz. Ömer'in nesebi şöyledir: Ömer b. Hattab b. Nüfeyl b. Abdüluzzâ b. Rebâh. Bu silsile Ka'b b. Lüeyy el-Kureşi el-Adevî'ye yükselir. Kureyş batınlarından olan Adiyyoğulları, şeref ve izzet ile şöhret bulmuşlardı. İslâm döneminde de bunların yeri malumdur. Câhiliyye döneminde putlara tapmayı bırakıp Hanîf dinine sarılan Zeyd b. Amr b. Nüfeyl, cennetle müjdelenen on kişiden biri olan oğlu Saîd b. Zeyd ve Amr b. As'ın valiliği zamanmda Mısır kadılığını yürüten Hârice b. Huzâfe bu kabiledendir. Hz. Ömer'in nesebi babası tarafından yedinci dedede, anne tarafından ise altıncı dedede Rasülullah (s.a.)'in nesebi ile birleşir. Onun künyesi Ebû Hafs'dır. Rasülullah (s.a.), onda şiddet gördüğü için bu künye ile çağırmıştır.

Taberî'nin rivayetine göre Hz. Ömer, Mekke'de Ficar savaşından yaklaşık dört sene önce dünyaya geldi ve yüksek bir seviyede yetişti. Fesâhat, belâğat ve hakkı anlatmadaki açıklıkta örnek kişi idi. Çocukluğunda babasının koyunlarını güderdi. Sonra ticarete atıldı. Ticâret için Suriye'ye gider gelirdi. Câhiliyye döneminin en şerefli kişilerinden biriydi, sefâret (dış ilişkiler) görevi ona verilmişti. Başkalarıyla Kureyş arasında savaş çıktığı zaman, sefîr olarak onu gönderirlerdi. Hz. Ömer, cesur, kavmi arasında saygı gören, güçlü, kuvvetli ve sert tabiatlı bir kimseydi. İbnu'l-Esîr'in rivayetine göre Rasülullah (s.a.)'ın doğumundan onüç sene sonra dünyaya gelmiştir.



Prof. Dr. Hasan İbrahim Hasan
Kahire Üniversitesi İslam Tarihi ve Medeniyeti Öğretim Üyesi (Merhum)




HAZRETİ OSMAN 23–35/644–656
DOĞUMUNDAN HALİFELİĞİNE KADAR HZ. OSMAN:


Osman b. Affân (b. Ebi'l-As b. Umeyye b. Abdişems b. Abdimenaf b. Kusayy), Kureyş'in Emevî kolundan olup, Peygamber (s.a.)'in doğumundan beş yıl sonra dünyaya gelmiştir. Fil yılından altı yıl sonra doğduğu da söylenir. Annesi Ervâ, Kurayz b. Rabîa (h. Habib b. Abdişems)'nin kızıdır. Ervâ'nın annesi Beydâ, Abdulmuttalib'in kızı olup, Peygamber (s.a.)'in babası Abdullah ile ikiz kardeştir.

Hz. Osman, fıkhî bilgisi, hayâ ve cömertliği ile meşhur, yumuşak huylu, iyiliksever ve halim selim biriydi. İbn Hacer'in de dediği gibi; "ev halkından uyuyanları, yardımlarına muhtaç olsa da uyandırmaya kıyamaz, ancak uyanık olan varsa abdest için yardım isterdi. Savmi dehre devam ederdi" Yani bayram günleri ve Ramazan öncesi yevmi şek hariç bütün yılı oruçlu geçirirdi.

Hz. Ebûbekir'in teşvikiyle Müslüman oldu. Rasülullah, kızı Rukiyye'yi onunla evlendirdi. Kureyş müşrikleri Müslümanlara yaptıkları eziyet ve baskıyı arttırınca, ilk muhâcirlerle beraber eşiyle birlikte Habeşistan'a hicret etti. Habeşistan'daki muhacirler, Kureyş'in Peygamber (s.a.) ile anlaştığına dair haber alınca o da Mekke'ye döndü ve burada kalarak daha sonra diğer Müslümanlarla birlikte Medine'ye hicret etti. Bedir dışındaki bütün gazvelere katıldı. Bedir Gazvesine, Müslümanların zaferi kazandığı gün ölmüş olan zevcesî Rukiyye'nin hastalığıyla meşgul olduğu için Rasülullah (s.a.)'in izniyle katılamadı. Bu sebeple Rasülullah (s.a.) onu Bedir gazilerinden kabul etti. Peygamber Efendimiz onu Rukiyye'den sonra ikinci kızı Ümmü Gülsüm ile evlendirdi. Rasülullah'ın iki kızı, Rukiyye ve Ümmügülsüm (ö. H. 7) ile evlenmiş olmasından dolayı "Zu'nnûreyn" (çift nûr sahibi) lâkabını aldı. O, Kur'ân'ın kıraati hususunda, Zehebî'nin dediği gibi Hz. Peygamberden Kur'ân öğrenenlerin en üstünüdür.

Rasülullah (s.a.), Müslümanların birçok işinde Osman'ın yardımına başvurdu. Nitekim Hicretin 6. yılında Umre niyetiyle Mekke'ye hareket ettiğinde, Mekke'ye girişleri engellenince Mekkelilere elçi olarak Hz. Osman'ı göndermişti. Onun Kureyşliler tarafından öldürüldüğü haberi yayılınca, Mekke yakınlarında Hudeybiye denilen yerde Müslümanlar, Kureyş'le savaş şartıyla Hz. Peygamber'e bîat ettiler. Bu biat'a "Biatu'r-rıdvan" adı verilmiştir. Hz. Osman, malının çoğunu İslâm uğrunda harcadı. Rasülullah (s.a.)'ın Tebuk gazvesi için hazırladığı güçlük ordusu (Ceyşu'l-usre)'nun donatımında büyük bir payı olduğu şüphesizdir. Nitekim bu sırada hazırlık için 950 at ve 1000 dinar para yardımında bulunmuştur. Bir Yahudiden 20.000 dirheme satın alarak Müslümanların istifadesine sunduğu Rûme kuyusu da, onun büyük yardımlarından biridir. Hz. Peygamber'in: "Rûme kuyusunu kazan için cennet vardır" buyurduğu gibi; Hz. Osman'ı cennetle müjdeleyip, cennet ehlinden saydığı ve "Her peygamberin bir refîkı vardır, benim cennetteki refikim Osman'dır." dediği de rivayet olunmuştur.

Hz. Osman, hadis râvilerindendir. İbn Hacer, O'nun, Hz. Peygamber, Ebûbekir ve Ömer'den hadis rivayet ettiğini; kendisinden de oğulları Amr, Ebân ve Saîd, amcasının oğlu Mervân b. Hakem, sahabeden Abdullah b. Mes'ud, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Zübeyr, Zeyd b. Sâbit, Ebû Hureyre ve daha başkaları; tabiinden Ahnef b. Kays, Hz. Ali'nin oğlu Muhammed b. el-Hanefiyye ve Saîd b. Müseyyeb'in hadis naklettiğini söylemiştir. Nevevî'nin zikrettiğine göre Hz. Osman, Rasülullah'dan 146 hadis rivayet etmiştir. Bunlardan üçünde Buharî ve Müslim ittifak etmiş, sekizini yalnız Buharî, beşini de yalnız Müslim rivayet etmiştir.

Rasülullah (s.a.)'ın vefatından sonra Halife Hz. Ebûbekir, Osman'ı mühim işlerde müsteşar ve kâtip edindi. Hz. Ömer'in öldürülmesinden sonra da şûra çoğunlukla onu halifeliğe seçti.

Sözün özü, Hz. Osman kendini tanıttığı şu sözlerinde olduğu gibidir: "Allahu Teâlâ, Muhammed'i hak peygamber olarak gönderdi ve ben, Allah ve Rasülü'nün da'vetini kabul edenlerden oldum. Ona gönderilene iman ettim, sonra iki defa hicret ettim. Rasülullah (s.a.)'a arkadaş oldum, onun damadı olma şerefine erdim, ona bîat ettim. Allah'a andolsun ki, vefatına kadar ona karşı gelmedim, kin beslemedim; Ebûbekir ve Ömer'e de aynı şekilde davrandım."


Prof. Dr. Hasan İbrahim Hasan
Kahire Üniversitesi İslam Tarihi ve Medeniyeti Öğretim Üyesi (Merhum)



HAZRETİ ALİ 35–40/656–661
DOĞUMUNDAN HALİFELİĞİNE KADAR HZ. ALİ:


Ali b. Ebî Talib (b. Abdülmuttalib b. Haşim b. Abdimenaf b. Kusay b. Kilâb el-Kuraşî), Bi'set'ten 10 yıl önce Mekke'de doğdu. Annesi Fatıma, Esed b. Haşim b. Abdimenaf'ın kızı olup, İslâm'ı kabul etmiş ve Medine'ye hicret etmiştir; ilk Müslüman kadınlar arasındadır.

Ebu Talib'in ailesi kalabalıktı; Mekke'de kuraklık olunca Rasülullah (s.a.), amcası Abbas'tan, çocuklarından bazılarının maişetini karşılamak suretiyle Ebu Talib'in geçim sıkıntısını hafifletmesini istedi. Bunun üzerine ikisi birlikte Ebû Talib'e gittiler ve yardım etmek istediklerini söylediler. Ebû Tâlip, onların teklifini kabul etti. Abbas, Cafer'i, Rasülullah (s.a.)'da Ali'yi yanına aldı. Hz. Peygamber'e risâlet görevi verildiği zaman, ona ilk imân eden çocuk Hz. Ali oldu; o sırada henüz 13 yaşını geçmemişti. Rasülullah (s.a.)'ın Arapları İslâm'a çağırdığı ve kavminin kendisine yardımdan çekindiği günlerde, Hz. Ali'nin çocukça kahramanlık duyguları içerisinde: "Ey Allah'ın peygamberi! Bu işte vezirin, yardımcın benim" diye bağırdığı rivâyet edilir.

Hz. Ali, Hz. Peygamber'in Mekke'den Medine'ye Hicret için yola çıktığı gece, onun yatağında yattı, Rasülullah'a teslim edilmiş emanetleri sahiplerine iade ettikten sonra kendisi de Hicret için yola çıktı. Hicrî ikinci yılda Rasülullah (s.a.) onu kızı Fatıma ile evlendirdi. Hasan ve Hüseyin bu evlilikten dünyaya gelmişlerdir. Hz. Ali, Rasülullah'ın kendisini Medine'de yerine vekil olarak bıraktığı Tebük Gazvesi dışında, diğer bütün gazvelere katıldı. Rasülullah'tan çok sayıda hadis rivayet etmiştir. Kendisinden sahabeden iki oğlu Hz. Hasan ve Hüseyin, Abdullah b. Mes'ud, Abdullah b. Abbâs, Ebû Mûsâ el-Eş'arî, Abdullah b. Amr b. Âs, Ebû Saîd el-Hudrî, Suheyb ve tabiiden Mervân b. Hakem hadis rivayet etmişlerdir. Atılganlığı, ata biniciliği ve yiğitliği ile tanınmıştır.

Hz. Peygamber (s.a.) vefat edince, onun techiz ve defniyle Hz. Ali meşgul oldu. Amcası Abbas, onun iki oğlu Fadl ve Kusem ile Üsame b. Zeyd kendisine yardım ettiler. Hz. Ali, İslâm'ı kabul önceliği ve Rasülullah'a neseb ve sıhriyet bakımından en yakın kişi olması dolayısıyla, kendini Rasülullah'tan sonra halifeliğe en lâyık kimse olarak görüyordu. Bu yüzden, Hz. Ebûbekir halife seçilince, bir müddet ona biat etmemiştir.

Hz. Ebûbekir, mühim işlerde, Hz. Ali'yle istişare ederdi. Hz. Ömer de, zekâsını, dindarlık ve fıkhî bilgisinin derinliğini bildiği için onunla görüşmeksizin bir iş yapmazdı. Hz. Ali, Hz. Ömer'in halifeliğe aday gösterdiği, altı kişiden oluşan şûra üyelerinden biriydi. Görüşmeler sonunda Abdurrahman b. Avf, halifeliği bazı şartlar ileri sürerek kendisine arzedince, bu şartlardan bazısını kabulden çekindi. Bunun üzerine Abdurrahman, ondan ayrılarak aynı soruyu Hz. Osman'a sordu. Hz. Osman, bütün şartları kabul edince, halife olarak onu seçti. Hz. Ali, hilâfet'in kendisine verileceğini zannediyorduysa da, Hz. Osman'a verilince ona bîat ederek ondan ayrılmadı.

Ancak Hz. Osman'ın akrabalarına olan aşırı düşkünlüğü, Hz. Ali'nin onun hakkındaki kanaatinin değişmesine sebep oldu; bunun üzerine halk ikisi arasındaki ilişkilerin sertleştiği zannına kapıldı.


Prof. Dr. Hasan İbrahim Hasan
Kahire Üniversitesi İslam Tarihi ve Medeniyeti Öğretim Üyesi (Merhum)

dodurgabeyi.tr.gg
 
Facebook beğen
 
DODURGA BELDESİ
 
İlçe [değiştir]
Dodurga - Çorum ilinin ilçesi,

Diğer (kasba, köy, mahalleler) [değiştir]
Dodurga - Ankara ili Yenimahalle ilçesinin köyü/mahallesi (2008),
Dodurga - Afyonkarahisar ili Sandıklı ilçesinin köyü,
Dodurga (Hacıömerler) - Balıkesir ili Dursunbey ilçesinin köyü,
Dodurga - Bartın ili Ulus ilçesinin köyü
Yeni Dodurga - Bilecik ili Bozüyük ilçesinin köyü,
Dodurga - Bilecik ili Bozüyük ilçesinin Kasabası/Nahiye Merkezi
Dodurga - Bolu ilinin merkez köyü/mahallesi (2008),
Dodurga - Bolu ili Mudurnu ilçesinin köyü
Dodurga - Çankırı ili Çerkeş ilçesinin köyü
Dodurga - Çankırı ili Orta ilçesinin Kasabası,
Dodurgalar - Denizli ili Acıpayam ilçesinin Kasabası,
Dodurga - Muğla ili Fethiye ilçesinin köyü
Dodurga - Sinop ili Boyabat ilçesinin köyü Dodurga Barajı

Tödürge - Sivas ili Zara ilçesinin köyü, Tödürge Gölü

Dodurga - Tokat ilinin köyü
0507 8179799_ Ali Beylerbeyi
 
DODURGA TARİHİ:



Dodurganın Tarihi
Orta Asyadan gelen Türk kavimlerin Oğuz Boyunu teşkil eden oymakları arasında yine Büyük Türk Hakanı olan Oğuz Kağan’ın Nizam-ül Mülk yani dünya nizamının mülki idaresini ele geçirmek için altı oğlunu görevlendirdiği hüküm yer alır. Bunları iki kola ayırmıştır. Bunlar Üçoklar ve Bozoklardır, ayrıca bu iki kolun mensup olduğu ve aynı zamanda Oğuz Kağan’ın evlatları olarak varsayılan kişilerde ikiye ayrılır bunlar Denizhan, Dağhan ve Gökhan Üçoklar koluna, Yıldızhan, Ayhan ve Günhan ise Bozoklar koluna mensupturlar. Beldemiz kısaca Oğuzların Bozoklar kolunun Ayhan sancağına teşekkül eden Dodurga oymağına mensuptur. Tarihi Osmanlı ve Selçuklu yazıtlarında hatta Moğolların Anadoluyu istilasını kaleme alan Çin’in tarihi kaynaklarında da yer alan hatta Türk tarihçilerinde desteklediği bu teoridir. Beldemizin ismi Toturga, Totruga isimlerinin gelişmesiyle mükerrer olmuş sonuç itibariyle bugünkü halini almıştır. Dodurga kelimesinin menşei ise Kaşgarlı Mahmud’un “Divan-ü Lügat-it Türk” isimli eserinde Dudriaga olduğu görülmektedir. Kaşgarlıya göre bugünkü Çankırı yöresinin bulunduğu coğrafyada Dodurga beldesine verilen isim Osmanlı Padişahı II.Murad’ın hüküm sürdüğü 1451,1452 yıllarında kadı vekilliği yapmakta olan ve ulema adledilen Dudri ağa yada Bedri ağa isimli kişinin adından gelmiş olabileceği bahsedilmektedir. Yine bununla ilgili olarak ünlü Florensalı seyyah Pegalotti “La Pratica Della Mercatura” isimli eserinde Anadolu beyliklerinde olan iştiraklerinde bir Dudri Ağa’dan bahsetmektedir. Fakat Pegalotti’nin bahsettiği kişinin meskun bulunduğu coğrafi konum Kaşgarlı’nınkiyle bağdaşmamaktadır. Pegalotti’nin iki teorisi bulunmaktadır bunlardan ilki Dudri ağa’nın bugünkü Çankırı bölgesinde 1400’lü yıllarda yaşamış bir bilgin olması, ikinci teorisi ise Dudriağa olarak bilinen bir bölgenin bugünkü Sivas il sınırları içinde yer alan bir yöre adı olduğudur. Fakat tüm bu teorilere rağmen tarihçi ve birçok araştırmacının Çankırı ilinin Dodurga beldesinin ismi teşekkülünü Oğuzlardan aldığını varsaymaktadır. Bu olgu daha kuvvetlidir, çünkü büyük tarihi kaynak olarak bilinen Oğuzların Oğuzname isimli resmi belgesine göre Oğuz boy ve kolların ismi Oymakların ismi Selçukluların Anadolu’ya yerleşmesinden sonra yurt edindikleri bölgeler her oymak kendi adını vermiştir. Dolayısıyla tarihi süreçte göçebe olarak hayatlarını idame ettiren bu oymaklar çadır hayatından yerleşik hayata geçtiklerinde dolayısıyla Dodurga imside burada meskun bulunan oymağın ismi olması sebebiyle yerleşik düzende bölgenin ismi haline gelmiştir. Bunun yanı sıra Dodurga ismini taşıyan bugün çeşitli illerde 24 belde bulunmaktadır. Ayrıca 1520 ve 1566 yılları arasında hüküm sürmüş olan Kanuni Sultan Süleyman devrinde Dodurga Beldemiz Ankara’da bulunan Haymana sancağına bağlıydı fakat o devirde belde değil oymak olarak adlandırılmaktaydı. Yine bunlara ek olarak Türkolog olan İsveçli A.Vamberyan Anadolu oymaklarıyla ilgili bir liste hazırlamış bu listeye göre Dodurga beldemizin ismi Dodoung olarak yer almış yine o dönemlerde konsolosluk görevini yürüten General Petruseviç’in arşivlerinde de beldemizin ismi Doudougah olarak yer almıştır. Petruseviç’e göre Ankara’da meskun bulunan Gökmene sancağının en büyük nüfusa sahip Doudougah oymağıydı. (Dodurga hem Ankara’ya bağlı hem Haymana hem Gökmene sancaklarında bulunmaktaydı.) Petruseviç’e göre bu oymak 1880 yıllarında 4000 vergi nüfusuna sahipti. Ancak 4000 kişiyle adledilen Dodurga oymağının sadece beldemizle sınırlı olmadığı Ankara çevresinde bağlı diğer oymaklarında mensup olduğu bir teşekkül olduğu sanılmaktadır.
Dodurganın Damgası
Oğuz soyuna mensup 24 Oğuz boyunun ayrı ayrı damgaları bulunmaktaydı. Bugün nasıl ki her devlet dairesinin bir resmi mührü var ise Oğuzlarda da her boyun bir resmi mührü vardır. Dodurga beldemizin de Oğuzun yirmi dört boyundan birini teşkil etmesi sebebiyle bir mührü bulunmaktadır. (Bu mühür yukarıda verilmiştir.) Dodurganın mührü bir çok tarihçi tarafından değişik şekillerde tanımlanmıştır. Bugün tarihçilerce geçerli ve doğru kabul edilen aşağıda belirttiğimiz Kartal resmini andıran kafa ve kanat kısmının ima edildiği figürdür. Zaten Dodurga oymağının işaretide Kartal olarak adlandırılan kuş simgesidir.

Bu damgalar Selçuklu ve Osmanlı hanedanlıklarında resmi idarelerde kullanılır, kadı ve oymak beylerinin halkı yönlendirmeleri ve resmi yazıt tespitlerinde bu mühürler kullanıldığı söylenmektedir. Hatta bu mühürlerin benzerlerini Osmanlı padişahları ve devlet erkanına mensup kişilerde kullanmaktaydı.

Dodurganın İşareti
Dodurga oymağı aslında Türkî coğrafyanın bir çok yerine dağılmıştır. Bu oymaklar günümüz itibariyle siyasi, iktisadi ve kültürel anlamda birbirlerinden kopmuştur. Ancak tarihinde tarihinde değişmez bir parçası olan amblemini yani işaretini kaybetmemiştir. Buna en yakın örnek olarak bizde Dodurga oymanğının işareti olan Kartal figürünü Dodurganın Sesi isimli dergimizin amblemi olarak kullanmaktayız. Bunun yanı sıra Sivasın Dodurga mezrasındaki halk, Tokat’ın Turhal ilçesine bağlı Dodurga yaylasındaki köylüler, Amasya’nın Sarı Kurşun köyündeki Dodurga oymağına mensup birkaç aileden teşekkül olan halk, Tarsus bölgesinde yaşayan ve bugün Varsak Türkmenleri olarak adlandırılan Türkmen beylerinin mensup olduğu Dodurga oymağına dahil bütün beyliklerin hemen hemen hepsi Kartal figürünü kendi işaretleri kabul etmektedirler.
Değerli hemşehrilerimiz ; Dodurga beldemizle ilgili her şeyi güzümüzün yettiğince sizlere aktaracağız lakin bu çalışmalarda büyük çabalar sarf edilmektedir. Sizlerin desteğiyle birlikte bu güçlüklerin üstesinden geleceğimize inanmaktayız. Bu nedenle destek, öneri, özeleştirilerinizi bekliyoruz.

Dodurga Kelimesinin Anlamı
Dodurga kelimesini bugün kime sorsanız beldemizin adından ibaret olduğunu ifade edecektir. Fakat Dodurga kelimesi şayet Oğuz’un 24 boyunun Dodurga oymağının mensubiyetindeyse bir çoğumuzun bildiği gibi belde ismini oluşturmaktadır. Ancak Oğuznameye göre her oymağın bir adı ve bu adın bir anlamı ayrıca her oymağın bir işareti, damgası ve sayısı bulunmaktadır. Dodurga kelimesinin anlamıda bu noktada karşımıza çıkmaktadır. Osmanlı kayıtları, Selçuklu arşivleri ve Türk Tarihi araştırıldığında ortak sonuç olarak Oğuz kaynaklarının nitelendirdiği anlam ortaya çıkmaktadır. Bu anlam şudur ki Dodurga demek; Ülke alan, zapt eden, Yurt tutan anlamını taşımaktadır. Tarihi kaynaklar irdelendiğinde 1040 yılında başlayan Selçuklu hanedanlığının kurulma aşamasındaki yıllarda büyük bir payeye sahip olmuşlardır. Bunun yanı sıra yine Anadolu Selçuklularının hüküm sürdüğü 1077-1308 yılları arasında Dodurga oymağı bugünün tabiriyle süvari öncü birlik olmuştur. Bu nedenle Dodurga’nın anlamı Ülke alan, Yurt edinen olarak tarihteki yerini almıştır.


 

 
Bugün 35 ziyaretçikişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol